Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Yaklaşan seçimler, 'şahsım devleti' anlayışı ve parlamenter sisteme dönüş yolu: Demokrasiye uymayan partili cumhurbaşkanlığı
Geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen siyasal içerikli haksız ceza bir kez daha “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ni tartışmaya açtı. Tüm yetkilerin bir kişide toplandığı, Meclis’in yetkilerinin budandığı, yargının, başkanlığını adalet bakanının yaptığı Hâkimler ve Savcılar Kurulu aracılığıyla siyasal gücün etkisinde kaldığı bir kez daha ortaya çıktı.
Bu hafta demokrasiyle ters düşen bu ucube sistemin, “partili cumhurbaşkanı” yönünü öne çıkararak ele alacağız.
6 siyasi parti lideri, 6’lı masanın önemli uzlaşı konusu olan güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili anayasa değişikliği önerilerini 28 Kasım 2022’de açıkladılar.
Bu tasarıda en önemli değişiklik “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen ve dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan ucube modelden vazgeçilmesidir.
Bu anayasa tasarısında cumhurbaşkanına verilen yetkiler tırpanlanıyor, parlamenter sisteme dönülüyor, partili cumhurbaşkanı sistemi kaldırılıyor, cumhurbaşkanının görev süresi 7 yıl ile sınırlandırılıyor. Cumhurbaşkanı seçilen kişinin “parti ile ilişkisi kesiliyor”. Partili cumhurbaşkanlığı sistemi terk ediliyor.
(İsmet İnönü)
Partili cumhurbaşkanlığı, Türk siyasal tarihinde tartışmalı bir konu olarak yer almıştır.
1921 Anayasası Kuvayı Milliye’yi yürütmek için kabul edilmişti ve anayasada devlet başkanlığı maddesi yoktu.
1924 Anayasası, Cumhuriyet ilkelerini getiren anayasadır. Sistem tek parti olduğu için 1924 Anayasası’na göre cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisinden istifa etmesine gerek yoktu.
Türkiye çok partili sisteme 1946 yılında girdi. Yeni kurulan Demokrat Parti için partili cumhurbaşkanlığı konusu en önemli siyasal konu olarak öne çıkmıştı. Cumhurbaşkanının partili olması şiddetle eleştiriliyor, cumhurbaşkanının tarafsız olması ısrarla isteniyordu. Yeni kurulan Demokrat Parti’nin 1946 seçim bildirgesinde bu konu açık bir biçimde yer almıştı.
1923’ten 2017’ye kadar 94 yılda 12 cumhurbaşkanı görev aldı.
Bunlardan beşinin zaten siyasi parti ile ilgileri yoktu. (Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren ve Ahmet Necdet Sezer) Atatürk ve İnönü tek parti döneminde, Celal Bayar ise 1950-1960 arası 10 yıl cumhurbaşkanlığı yaptı. 1989’dan bugüne Özal, Demirel ve Gül seçildiklerinde anayasaya uyarak partilerinden istifa ettiler. 2017’de kabul edilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi nedeniyle, Erdoğan partili cumhurbaşkanı olarak görevine devam ediyor.
EVRENSEL KURAL
Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ve ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Siyaset bilimi ve anayasa kitapları konuyu şöyle ortaya koyuyorlar:
“Devlet başkanının siyasi bakımdan sahip olduğu mutlak sorumluluk, onun mutlak siyasi tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı bu sıfatı taşıdığı müddetçe parti adamı değildir. Partiler üstü objektif, tarafsız bir kişidir. Çünkü devlet temsilcisi, milletin başıdır. Bu sebeple asla bir partizan gibi konuşamaz ve hareket edemez. Memleketin iç ve dış politikasında belirli bir partiyi, zümreyi veya şahsı açıkça tutan ya da yeren açıklamalarda bulunamaz. Rolü ayırıcı değil, birleştiricidir. Tenkit ya da onaylama değil, uyarma ve doğru yolu göstermektir, gerektiğinde millet adına hakemlik yapmaktır. Daha ziyade manevi rolü vardır ve tarafsızlığa titizlikle saygı gösterdiği ölçüde etkinlik ve ‘meşruluk’ kazanır.”
Bu tanımlamaya göre devlet başkanı, partiler üstü, tarafsız bir kimliğe bürünüyor. Bu nedenle devlet başkanından partizan yaklaşımlar ve hareketler beklenmez. İşte bu nitelikler tarafsız devlet başkanını etkin ve güçlü kılar.
DP, PARTİLİ CUMHURBAŞKANINA ŞİDDETLE KARŞI
8 Temmuz 1946’da yapılan genel seçimler, çok partili sistemin ilk seçimidir. Bu seçimde, DP seçim bildirgesinde açıkça partili cumhurbaşkanlığına karşı çıkmıştır.
DP’nin bu bildirisinde açıkça cumhurbaşkanlığı makamının tarafsız olması isteniyordu.
AKP siyasal köklerini DP’de görür. Sürekli kendisini DP’ye bağlamak isteyen AKP, DP’nin bu bildirisi ve düşüncelerinden ders almalıdır. Bugünkü tabloya bakarak 75 yıl önceki DP’nin söyledikleri ile AKP’nin uygulamaları birbirinin tamamen karşıtıdır.
(Adnan Menderes)
DP’NİN PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞINA KARŞI SEÇİM BİLDİRGESİ
“Devlet başkanının fiilen bir partinin başkanlığında bulunması ve bütün milletin malı olması icap eden devlet başkanlığı yüksek makamının bütün yüksek dokunulmazlık ve yetkileriyle bir partinin tarafında yer alması diğer partileri gayet nazik ve zor bir mevkide bulundurmakta ve partilerin eşit hak ve şartlar altında çalışabilmeleri prensibine aykırı durumlar yaratmaktadır. Cumhurbaşkanı partili değil, tarafsız olmalıdır.” (19 Haziran 1946, DP Seçim Bildirisi)
İNÖNÜ’NÜN TARAFSIZLIĞI
İnönü, cumhurbaşkanı olarak 12 Temmuz 1947 beyannamesiyle partisiz olunması gerektiğini eylemli olarak göstermişti.
Olay kısaca şöyledir:
Henüz çok partili sisteme adım atılıyordu. Sertlik yanlısı Başbakan Recep Peker’le muhalefet partisi DP arasında sert tartışmalar oluyordu. Cumhurbaşkanı İnönü, CHP ile DP arasındaki çatışmaya el attı.
Başbakan Recep Peker ile DP Genel Başkanı Celal Bayar’ı Çankaya’ya çağırdı. Onlarla görüştü ve sonunda 12 Temmuz 1947’de ünlü 12 Temmuz bildirisini yayımladı. Bildiride cumhurbaşkanı olarak muhalefet partisini tutuyor ve aynen şöyle deniyordu:
“...Bir yasal siyasi partinin metotlarıyla çalışan muhalefet partisinin, iktidar partisinin imkân ve şartlarına uygun çalışmasını sağlamak lazımdır. Bu noktada, bir devlet başkanı olarak kendimi her iki partiye karşı eşit mesafede görürüm... Amaç, başlıca iki parti arasında temel şartın yani güvenin yerleşmesidir.”
(13 Temmuz 1947, Cumhuriyet gazetesi)
1950 SONRASI
DP iktidara geldikten sonra, muhalefette iken ısrarla savunduğu cumhurbaşkanının tarafsız olmasını gerektiren anayasa değişikliklerini yapmadı. Tersine, Bayar tarafsız cumhurbaşkanlığı yerine her zaman DP’li olduğunu gösteren bir tutum içine girdi.
Özellikle 1957 seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı Bayar, DP simgesi taşıyan bastonla halkın arasına girip konuşmalar yaptı.
Oysa tarafsız cumhurbaşkanlığı niteliğine sahip olsaydı, iktidar-muhalefet arasında uzlaşma sağlanabilir, hatta 27 Mayıs askeri hareketi önlenebilirdi.
1960 askeri hareketinden sonra Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın partiler üstü cumhurbaşkanı gibi davranıp tarafların uzlaşmasını sağlayacak bir seçim programı geliştirmek yerine çatışmayı körüklemiş olmasını kitabında eleştirmiştir. (Aydın Menderes, Babam Adnan Menderes, s. 87-88)
Aydın Menderes, “Bayar da İnönü’nün ‘12 Temmuz’ beyannamesindeki tutumunu örnek almalı, öyle yapmalıydı” diyor. Aydın Menderes, açıkça İnönü’nün 12 Temmuz 1947’deki girişimine ve ünlü bildirisine gönderme yaparak Celal Bayar’dan da aynı davranışı görmek istediğini belirtiyor.
1960 öncesi günlerde Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes ile muhalefet lideri İnönü’yü bir masa etrafında toplayıp uzlaşma yaratabilirdi. Böylesi bir tarafsız cumhurbaşkanlığı rolünü üstlenebilirdi. Ancak güncel ve kısır politik tutumlar politikada bu geniş düşünce sistemini engelliyordu.
1961 ANAYASASI
1960 sonrası seçimle oluşan kurucu Meclis, İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı’daki evrensel demokrasi gelişmelerini dikkate alan yeni bir anayasa yaptı ve bu anayasa halkoylamasıyla kabul edildi. 1961 Anayasası’nın, dünyanın en ileri ve demokratik anayasalarından birisi olduğu kabul edilmiştir. 1961 Anayasası ile devlet başkanı tarafsız ve partisiz konuma getirilmiştir. (Madde 35)
1982 Anayasası da 1961 Anayasası’nın tarafsız cumhurbaşkanı kuralını benimsemiştir. 1961’den sonra cumhurbaşkanı seçilen Gürsel, Sunay, Korutürk ve Sezer zaten partili değildiler. Özal, Demirel, Gül cumhurbaşkanı seçilince partilerinden istifa ettiler.
TEK ADAM YÖNETİMİ
16 Nisan 2017’de yapılan halkoylamasıyla “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen bir modele girildi. O günden bugüne uygulanan ve tek adamlığı getiren, gücü tek elde toplayan bu model dünyanın hiçbir yerinde yoktur.
Hukuk devleti ve demokrasinin temeli kuvvetler ayrılığı ilkesidir. 2017’de getirilen sistem, kuvvetler birliği ve tek adam yönetimini oluşturmuştur.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin işlediği hukuk devleti bir yana bırakılmış “ucube” bir sistemle tek adam rejimine geçilmiştir. Siyaset bilimci Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu bu sisteme, “neo-patrimonyal sultanizm” adını vermektedir. Prof. Dr. Emre Kongar da bu modele “şahsım devleti” adını veriyor.
KUVVETLER AYRILIĞI
Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Ancak bir siyasal partinin aynı zamanda genel başkanı olan bir cumhurbaşkanının tarafsızlığından söz edilemez.
Parlamenter sistemde, yürütmenin eylem ve işlemlerinden başbakan ve bakanlar sorumludur. Devlet başkanının siyasi açıdan mutlak sorumsuzluğunun nedeni onun tarafsızlığının sağlanmasıdır.
Devlet başkanı aynı zamanda tüm halkın, milletin başıdır. Bu sebeple asla partili gibi hareket edemez. Onun temel yükümlülüğü ayırıcı değil, birleştirici olmasıdır. Tarafsızlığı titizlikle uyguladığı ve saygı gösterdiği ölçüde etkinliği artar. (H. N. Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, s. 376)
Demokrasinin en önemli ilkesi, yürütmenin denetlenmesidir. Ünlü düşünür Montesquieu şöyle diyor: “Amaç bireyin özgürlüğüdür. Özgürlüğün sağlanması için yürütmenin otoriterliğinden ve despotluğundan sakınılmalıdır. Bunun da siyasal yolu güçler ayrılığı ilkesinin uygulanmasıdır. Yasama, yürütme, yargı birbirlerinden ayrılacaktır ve birbirlerini denetleyeceklerdir.”
YASAMANIN GELECEĞİ
Yukarıda belirtildiği gibi 2017’de yapılan anayasa değişikliği ile Türkiye, demokrasinin temeli “kuvvetler ayrılığı” ilkesini terk etti. Dünya demokrasi sıralamasında en gerilere düştü. Tüm bunların sorumlusu olarak AKP, demokrasi ilkelerini bozan bir siyasal kuruluş olarak olumsuz yönde siyasal tarihe geçecektir.
6’lı masanın uzlaşarak kabul ettiği anayasa tasarısının en önemli niteliği, otoriter başkanlık sistemine son verilecek ve parlamenter sistemin yeniden kurulacak olmasıdır.
Böylece yasama yeniden güç kazanacak; hükümet icraatlarının denetlenmesi yeniden sağlanacaktır.
Bu noktada bir konuya da açıklık getirmemiz gerekir. Tasarının 101. maddesine göre cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Bu durum ister istemez cumhurbaşkanı ile parlamentoyu karşı karşıya getirecektir. Parlamenter sistemi güçsüzleştirecektir. Seçimlerden sonra anayasa tasarısı Meclis’te görüşülürken bunun düzeltilmesi gerekir.
Her şey önümüzdeki seçime ve halkın inançla gerçek demokrasiye sahip çıkmasına bağlıdır.
KAYNAKLAR
- Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yay., 1998.
- Alev Coşkun, Tarihi Unutmamak Günceli Yakalamak, Cumhuriyet Kitapları, 2010.
- Hüseyin Nail Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, İÜHF Yayını, 1971, s. 376.
- M. Duverger, Siyasi Partiler, (çev. E. Özbudun), Bilgi Yay., 1974.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Emekliye iyi haber yok!
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi