Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Yıldız Üniversitesi Şehir Planlama öğrencisi dört arkadaşın (Ayşegül Yordam, Metin Kahraman, Tuncay Akdoğan, Kemal Sahir Gürel) birlikte 1985 yılında kurdukları Grup Yorum, içinde bulunduğumuz 2025 yılında kırk yaşına basmış oluyor...
Konserlerini on binlerin izlediği bu seçkin grup hakkında yüzlerce dava açılmış, üyeleri tutuklanıp cezaevlerine atılmış, lokalleri basılarak enstrümanları tahrip edilmiş, kimileri ölüm oruçlarında yaşamlarını yitirmişlerdir.
Bu polis baskınlarından birinin canlı tanığı olarak Okmeydanı’ndaki kültür merkezinde yerlerde sürünen parçalanmış enstrümanlar, yırtılmış nota kâğıtları şu anda da gözlerimin önündedir.
Orada, o akşam üstü, bir düşman ordusu gibi kültür merkezinin önüne yığılmış polis birliklerine ve panzerlere karşı yaptığım akla ve vicdana çağıran konuşmayı da anımsıyorum.
***
Grup Yorum’a zulüm durmaksızın devam ediyor.
Önümde birkaç gün önce elden getirilen bir mektup var. Silivri 2 Nolu Cezaevi’nde tertemiz bir el yazısıyla 13.07.2025’te yazılmış mektubun yazarı “Grup Yorum emekçisi” Rıdvan Akbaş, geçirdiğim hastalıktan ötürü geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra bugünkü zulümler hakkında şunları yazıyor:
“...Size bu mektubu yazmaya başladığımda Grup Yorum emekçilerinden Baki Can Işık ve annesi Yurdagül Gümüş yüzlerce gün süren açlık grevi eylemlerini yeni bitirmişlerdi. Bugün hâlâ yine Grup Yorum emekçisi olan Ali Aracı da 147 gündür aç... Ayrıca ülkenin farklı hapishanelerinde 22 Yorum emekçisi bulunuyor. Dışarıda bulunan arkadaşların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Sayısız konser yasakları, sayısız albüm yasakları yaşadık. Ve onlarca emekçimiz gözaltına alınıp tutuklandı. Yıllara varan hapis cezalarına çarptırıldı. Konser yasaklarına dur demek için iki arkadaşımız canlarını feda ettiler: İbo ve Helin. Ülkede bu kadar baskı, bu kadar acı, bu kadar adaletsizlik, yoksulluk varken bizim payımıza düşen, yeni yapılan S-R-Y tipleri denilen yeni hapishaneler oldu. Üzerimizde denemedikleri hapishane tipi neredeyse kalmadı.”
***
Rıdvan Akbaş, “Tıpkı Ali Aracı gibi açlık grevinde olan ona yakın devrimci tutsak var” dedikten sonra hepsinin talebinin “insan sesinin yasak olduğu, güneşin bile giremediği bu tek kişilik S-R-Y tiplerinin kapatılması, arkadaşlarımızın bulunduğu hapishanelere sevk edilmeleri” olduğunu belirtiyor.
***
S-R-Y tipi, yani Saray tipi... İnsan sesinin yasak olduğu, güneşin bile girmediği kuyu tipi zindanlara iyi isim bulunmuş... Bir yanda aslında tek bir kişi için yapılmış yüzlerce odalı ve salonlu saraylar, öte yanda tek bir kişinin ölmeye, çıldırmaya terk edildiği bu her türlü insanca duygudan, vicdandan yoksun ölüm çukurları. İnsan yazarken utanıyor, bunalıyor, kendini o çukurlara indirilmiş gibi hissediyor.
***
Geçtiğimiz yıllarda, F tipi denilen, bu S-R-Y tiplerinin atası zindanlara karşı Türkiye Yazarlar Sendikası olarak mücadelemizi, açlık grevlerimizi, bir gün beni bu konuda apansız arayan dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’le uzun telefon konuşmamızı anımsıyorum. Birbirimizi ikna edememiştik. Ben F tiplerinin insanlık dışılığı konusunda bugün de aynı görüşteyim. Sayın Türk’ün ne düşündüğünü ise bilemem.
***
Rıdvan Akbaş mektubuna benim Bir Gün Mutlaka’dan dizelerle başlıyor, beni “Grup Yorum’u en yakından tanıyan onurlu sanatçı dostlarımızdansınız” sözleriyle onurlandırarak yine Bir Gün Mutlaka’dan dizelerle devam ediyor: “Bir gün mutlaka yeneceğiz. Bunu söyleyeceğiz bin defa”
Mektup “Baskı varsa direniş de vardır... Türkülerimizle, üretimlerimizle bu karanlık günleri de aydınlatacağımız günler yakındır...” seslenişiyle ve bana yönelik “Sesimize ses olmalısınız” çağrısıyla sona eriyor.
Bu çağrı kuşkusuz bütün onurlu, vicdanlı gerçek sanat emekçilerinedir.
Çünkü sevgili Rıdvan Akbaş’ın da tekrarladığı gibi “Kurtuluş yok tek başına. Ya hep beraber ya hiç birimiz”...