Yazımın adı ne olmalı diye pazar gecesinden beri, şu sözcükleri yazmakta olduğum pazartesi öğleye kadar düşündüm.
Bu kadar kötülük, yalan, iftira, kara çalma, insafsızlık nasıl dile getirilmeli?
Bütün bunlara hangi sözcüklerle karşı konulur?
Ne demeli ki yapılan vicdansızlık elle tutulurcasına görülsün, algılansın?
Yoksa gerçekten de sözün bittiği denilen yerde miyiz?
***
Ekrem İmamoğlu’nu düşünüyorum.
Samimi, çalışkan, enerjik, başarılı bir genç adam.
İstese kendine her türlü kaygının ötesinde, siyasetin de dışında, mutlu bir kişisel yaşam kurabilir.
Kurmuş da...
Ama o, ait olduğu kültüre, ülkesine duyduğu sorumluluk duygusu ve sevgiyle kendini halkı için yurdu için hizmete adamış.
Bu uğurda, hiçbir kişisel yarara zaten ihtiyacı olmaksızın her türlü sıkıntıyı besbelli ki göze almış.
Neden mi? Nedeni yoktur bunun. Bazı insanlar böyledir.
Bazı başkalarının da gözümüzün önündeki örnekleriyle, siyaset dışında hiçbir şey olmadıkları, her şeylerini iğneden ipliğe siyasete borçlu oldukları gibi.
Bu gibiler böylece elde ettikleri kazanımları kaybetmemek için her türlü kötülüğü yapmaya hazırdırlar.
Örneğin İmamoğlu, İstanbul Kanalı denilen, kente ve ülkeye geri dönülmezce felaket olacağı uzmanlarca defalarca kanıtlanan ihanet projesine kararlılıkla karşı çıkarken ve başına gelenler bir ölçüde de bu kararlığının sonucuyken bazı başkaları kanalın geçmesi öngörülen yerlerin yakınlarındaki arazileri yabancılara pazarlamış bile.
Tıpkı yeraltı zenginliklerimizin üç kuruşa pazarlanması gibi.
Casuslukmuş...
Casusluk sonuçta yurdu satmaktır. Vatan hainliğidir.
Peki bu yapılanlar nedir?
Sadece bizim ülkemizin değil bütün dünyanın zenginliklerine göz koymuş emperyalist ülke yöneticisinin oğluyla baş başa yapılan görüşmeyi nasıl bir sözcükle adlandıracağız?
Bu ülkenin sözüm ona Türkiye büyükelçisinin ülkemizin sınırlarıyla ilgili akıl almaz cüretkârlıkta sözlerine karşı ses çıkarmamak, elçi mi ajan mı belli olmayan bu kişiyle ağız birliği etmek değil midir?
***
Bütün yaşamını ülkesinin mutluluğuna adamış kardeşim Merdan’ı, onun ne özverilerle bu günlere getirdiğine en başından tanık olduğum sevgili Tele1’imizi düşünüyorum.
Yaklaşık olarak aynı kuşaktan, aynı dünya görüşüne sahip bizler, yaşamımız boyunca egemen güçlerin her türlü saldırısına uğradık, her an öldürülme tehdidi altında yaşadık, yaşamaktayız.
Fakat iblisin bile aklına gelemeyecek böylesi bir iftira ile ilk defa karşılaşılıyor.
Ülkesinin bağımsızlığı ve halkının mutluluğu için canını her an feda etmeye hazır yurtseverleri casuslukla suçlayıp tutuklamak.
Hayır, böylesi bir akıldışı suçlama ve uygulamayla bütün insanlık tarihinde ancak diktatörlüklerde karşılaşılabilir.
Kendimi bir an Ekrem İmamoğlu’nun, Merdan Yanardağ’ın ve hiç tanımıyor olsam da Necati Özkan’ın yerine koyuyor; olanca gücümle yeter artık, yettiniz artık diye haykırıyorum.
***
Zulümle imtihanın, kötülükle sınanmanın, her türlü işkencenin de bir sınırı olmalıdır.
Sözün bittiği yer bu sınırın aşılmış olduğu yer demektir.
Vatanseverlerin vatan hainliğiyle suçlanmasına karşı tepkisiz kalmak ya da zulümle imtihanı, lince uğrayan insanların kişisel direniş yeteneğine bırakarak karşı çıkışlarda sözle yetinmek, eninde sonunda kötülük karşısında yenilgiyi kabul etmek demektir.
Sözün bittiği yer, eylemin başlaması gereken yerdir. Bütün sivil toplum örgütleri, meslek odaları, sendikalar, bu tepeden tırnağa haksız, adaletsiz, siyaset yaşamında da uyulması gereken ahlak ve vicdan ölçüleriyle açıklanması olanaksız suçlama ve uygulamalara karşı, sivil itaatsizlik haklarını kullanmalıdırlar.
CUMHURİYET BAYRAMI’MIZ KUTLU OLSUN.