Olaylar Ve Görüşler

‘Batılılaşma’ üzerine - Prof. Dr. Seda ÜNSAR

03 Şubat 2023 Cuma

Doğu, kapitalizmle, dışarıdan gelen zorunlu bir etki olarak tanıştı. Bununla birlikte, kapitalizm Batı’da sağlam mülkiyet hakları sistemi üzerinde yükseldi. Literatürde buna üretici, yani verimli, kurumsal yapı denir.

Doğu’da mülkiyet hakları sistemi hayli sıkıntılıdır. Batı’da üretim modu kapitalist olarak örgütlenirken, ana hatlarını fiskalizm, provizyonizm ve gelenekselcilikle özetleyebileceğimiz ekonomik altyapı, Osmanlı’da kapitalizmden uzak olmakla kalmayıp antikapitalist niteliklere dahi sahipti. Narh sistemi gelir farklılıklarını küçük tutarak sosyal gerilimi kontrol altında tutarken kâr güdüsünün kurumsallaşmasını da engellemiş oluyordu. Millet sistemi sosyal dayanışma üzerinde, toplumsal ilişkileri devletten, devleti toplumsal konulardan bağımsız tutarak benzer bir etkiye sahipti. Vakıf kurumu, servet (kapital) birikimi ve teşvik sistemini, üretimden uzak bir “sınıf”a (ulema) aktarırken ulema sistem üzerindeki kontrolünü elindeki yasal güç ve kendi içindeki organik ilişkilerle başarıyordu. Üstelik, Osmanlı’nın feodalitesi de Batı feodalizminden farklıydı. Bir devlet memuru olan tımar sahibi rotasyon sebebiyle ne başında bulunduğu köylüyle çelişkili ne de aslen devlete ait olan toprakla anlamlı bir ilişki kurabilecek konumdaydı. İmparatorluğun Batı’daki gibi lord-vasal ilişkisine dayalı bir aristokrasi sınıfı yoktu. Öte yandan, emeğin baskılanması, tımardan malikâneye geçiş (özelleştirme) ve ayanların ortaya çıkması gibi durumlar sistemi kaba hatlarıyla yarıfeodal kılıyordu. 

YARIFEODAL YAPI

İşte, Osmanlı dünya-ekonomiyle çarpıştığında, hantal ve yarıfeodal yapısıyla adeta kapitalizm tarafından yutulmuş; ancak dirayetli paşaların ve aydınların direnişiyle, Birinci Dünya Savaşı’na kadar Avrupa’nın “Hasta Adam”ı olarak da olsa varlığını sürüklemiştir. Örneğin 1858 toprak reformu bu çarpışma açısından değerlendirilmelidir: Dünya-ekonomiyle yani kapitalizmle karşılaşan Osmanlı, ideolojide Tanrı’ya, pratikte devlete ait olan mülkiyet haklarını bireye, mülkü ise özelleşmeye açmıştır. Osmanlı’nın 20. yüzyıla sürüklenen varoluşu, reformlarla sarsılsa da yukarıda kısaca değindiğimiz Batı’dakinden farklı makro yapısal süreçler nedeniyle devrimci bir toplumsal ve politik dönüşüm olmadığı için ortadan kaldırılamayan feodal örüntülerle birlikte, Cumhuriyete sosyoekonomik, sosyopolitik ve sosyokültürel bir derin geri kalmışlık mirası bırakmıştır. 

CUMHURİYET DEVRİMİ

Yüzeysel bir oryantalist tavırla, kendi içinde ve sadece kendine özgü bir durummuş gibi, yani tarihi diyalektikten kopuk olarak, “Batılılaşma” adı altında değerlendirilen laik Cumhuriyet Devrimi, kabaca resmettiğimiz bu ekonomi politiğin zorunlu üstyapısının kuruluşundan başka bir şey değildir. Zira bu ekonomi politik, 16. yüzyılda kapitalist dünya-ekonominin tüm dünyayı içererek ilerlemesiyle zaten başlamıştır. Söz konusu olan Batı’ya öykünmek değil, evrensel bir üstyapı uyumlaması, üretici, yani verimli, kurumsal yapının tüm ayaklarıyla kurulması meselesidir. Modernite bir ekonomik üretim modu olan kapitalizmin üstyapısıdır; kişilerin arzu, fikir veya isteğinden bağımsız olarak birkaç yüzyıl önce zaten başlamış bulunan dünya-ekonomiye kurumsal entegrasyon sürecinin bir parçasıdır. Her söz ve eyleminin ardında tarihin anlamı gizli olan Mustafa Kemal Atatürk bu ekonomi politiğin farkında olduğu için büyük atılımına asla Batılılaşma dememiş, çağdaşlaşma ifadesini kullanmıştır. Bilimsel anlamda doğru olan da budur.

PROF. DR. SEDA ÜNSAR



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları