1973 yılında, Bülent Ecevit liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi’nin “Ak Günlere” başlıklı seçim bildirgesinin sonunda yer alan bir cümle, yarım asır sonra hâlâ belleğimizde yankılanıyor: “Ne yoksulluk ne baskı... Ne ezen ne ezilen; insanca, hakça bir düzen.”
Bu söylem, yalnızca bir seçim vaadinin ötesindeydi. Türkiye’nin çağdaşlaşma, eşitlik ve özgürlük yolculuğunun bir parçasıydı. Kuşkusuz Türkiye’nin o günkü politik iklimiyle bugünü birebir karşılaştırmak doğru değil. Araya 12 Eylül gibi derin bir kırılma girdi.
TARİHİ SÜREÇ
Bugünlerde gerçekten zor günlerden geçiyoruz. Bugün yaşadıklarımız, yakın gelecekte tarih kitaplarının sayfalarında yer alacak nitelikte... Ancak bugün, bu sözlerin içerdiği umut ve arayış, belki de hiç olmadığı kadar güncel. Çünkü bugün bu ülkede yaşayan herkes, sağcı veyahut solcu fark etmeksizin toplumun her kesiminden insan, aslında aynı özlemi taşıyor: Adalet, özgürlük, eşitlik... Kısacası, insanca ve hakça bir düzen. Aradan elli yılı aşkın bir süreç geçmesine karşın bugün geldiğimiz noktada hâlâ insanca, hakça bir düzen arayışının, özleminin sürmesi sizce de düşündürücü değil mi?
Ne yazık ki bu özlemin, bu arzunun karşısında duran bir gerçeklik var: Baskı, adaletsizlik ve keyfiyet. Son günlerde yaşadıklarımız bunun en açık örneklerinden biri. 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptaliyle başlayan süreç, ertesi gün kendisinin ve çalışma arkadaşlarının gözaltına alınmasıyla devam etti. Ne tesadüftür ki bu gelişme, CHP’nin cumhurbaşkanlığı önseçiminin yapıldığı haftaya denk geldi.
Sürecin akabinde gelen gözaltılar ve tutuklamalar, yurttaşların vicdanını derinden sarstı. Yurdun dört bir yanında eylemler, mitingler, protestolar gerçekleşti. 23 Mart Pazar günü gerçekleşen önseçimde 15.5 milyon yurttaşın CHP’nin üye ve dayanışma sandıklarına akın etmesi ise “Yeter artık!” diyen toplumsal iradenin en net göstergesi oldu. Gene tarihe geçecek bir süreç yaşandı.
TOPLUMSAL UYANIŞ
Bu yaşananlar, yalnızca bir kişiye ya da bir partiye karşı alınmış kararlar ile sınırlı değil. Bunlar, halkın iradesine, demokrasinin temel ilkelerine doğrudan müdahaledir ve toplum artık bunu çok açık bir şekilde görüyor.
Bugün gençler sokakta. Kadınlar, öğrenciler, emekçiler bir arada. Hep bir ağızdan sesleniyorlar: bir yandan “İsyan, devrim, özgürlük!” öte yandan da “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!” diyerek. Ve belki de ilk kez, “Kurtuluş yok tek başına! Ya hep beraber ya hiçbirimiz!” söylemi ete ve kemiğe bürünerek bu kadar sahici, bu kadar kolektif bir ruh taşıyor. Bu yalnızca bir öfkenin dışavurumu değil; bir toplumsal uyanışın işaretidir.
‘SABAHIN SAHİBİ VAR’
İnsanlar, bu gidişata artık razı değil. Çünkü tüm çıplaklığıyla görünen o ki bu düzen artık sürdürülebilir değil. Adalete güvenin kalmadığı, özgürlüklerin kısıtlandığı, gençlerin umutsuzluğa mahkûm edildiği bir ülkede, bu düzen sürmez, süremez. Bu nedenle aydınlığa giden yolun ilk adımı, erk sahiplerinin vakit kaybetmeden sandığı yurttaşların önüne getirmesidir.
Yaşanan tüm bu sürecin ardından işte tam da bu yüzden, “insanca, hakça bir düzen” artık yalnızca geçmişin nostaljik bir hayali değil, bugünümüzün zorunluluğudur. Bu topraklarda çok şey yaşandı ancak her baskının ardından, özgürlük filizlendi. Her karanlığın ardından, dayanışma büyüdü. Bugün de aynı inançla, aynı kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz, etmek zorundayız. Çünkü bu topraklarda, elbet direnenler kazanacak. Sabahın hâlâ bir sahibi var, sorarlar bir gün sorarlar...
HALİL SARIGÖZ
TARİHÇİ