Örsan K. Öymen

Laiklik, dindarlık ve dinsizlik

08 Kasım 2018 Perşembe

Laiklik ilkesinin geçerli olduğu bir ülkede, dindarlık da dinsizlik de vatandaşlara zorla dayatılamaz. Laiklik bir uzlaşma modelidir. Laiklik, devlet, siyaset, hukuk ve eğitim işlerinin dinden arındırılması, dinin bu alanlara müdahale etmemesi ve bu koşulla dini inanç ve ibadet özgürlüğünün güvence altına alınmasıdır.
Laiklik ilkesinin geçerli olduğu bir düzende devletin dini olmaz. Devletin dininin olduğu yerde dindarlık o devletin vatandaşına zorla dayatılır. Laiklik ilkesinin geçerli olduğu bir ülkede ise vatandaş, kendi özgür iradesine göre dindarlık veya dinsizlik arasında bir seçim yapar. Örneğin, dindar olmayı seçen kişi Müslüman, Hıristiyan, Musevi veya Budist olabilir, dinsiz olmayı seçen birisi de ateist, agnostik, deist veya panteist olabilir.
Ancak vatandaşların özgür iradeleriyle bir seçim yapabilmeleri için, din konusundaki farklı görüşlerin bir baskıyla karşılaşmadan ifade edilmesi ve yayımlanması gerekir. Vatandaşlar, varlığını ve anlamını bildikleri görüşler arasında bir seçim yapabilirler. Farklı görüşlerin bastırıldığı bir ülkede vatandaşlar özgür iradeleriyle seçim yapamazlar.
Din fetişizminin yaşandığı, din tabusunun kırılmadığı, “aydınların” bile din konusunu tartışmaktan kaçındığı ve popülizme teslim olduğu bir ülkede, demokrasinin yeşerme olasılığı yüzde sıfırdır. Böyle bir ülkede demokrasi olmaz, olsa olsa, adı konmamış bir teokrasi olur. Türkiye’deki durum da budur.
Demokrasinin en ileri seviyede olduğu ülkelerde, din konusunda homojen bir yapının olmaması, din konusunda farklı görüşlerin rahatça tartışılabilmesi, dindar vatandaşlarla birlikte dinsiz vatandaşların oranının da yüksek olması ve buna rağmen din konusunda bir kutuplaşmanın ve gerilimin yaşanmaması bir tesadüf değildir.
Avrupa Birliği’nin en önemli kamuoyu araştırma kurumlarından birisi olan “Eurobarometer”in 2005 yılında gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre, İsveç’in yüzde 77’si, Danimarka’nın yüzde 69’u, Norveç’in yüzde 68’i, Fransa ve Hollanda’nın yüzde 66’sı, Britanya’nın yüzde 62’si, Finlandiya’nın yüzde 59’u, Belçika’nın yüzde 57’si, Almanya’nın yüzde 53’ü, İsviçre’nin yüzde 52’si, Avusturya’nın yüzde 46’sı, İspanya’nın yüzde 41’i, İtalya’nın yüzde 26’sı Tanrı’nın varlığına inanmıyor. Aynı araştırma kurumuna göre Türkiye’de Tanrı’ya inanmayanların oranı yüzde 5.
Ülkeyi yöneten kişinin dindar nesil yetiştirme hedefiyle ilerlediği, siyasetin, kadrolaşmanın, medyanın ve eğitimin dinselleştiği, herkesin aynı tornadan çıkmış fabrikasyon insanlar gibi din şablonuna sıkıştırılmaya çalışıldığı bir ortamda, adaletten, eşitlikten ve özgürlükten söz etmek olanaklı değildir.
Tanrı’nın / Allah’ın var olup olmadığının tartışılmadığı, dinin sorgulanmadığı, Augustinus, İbn Sina, Anselmus, Aquinas, Gazali, Descartes, Leibniz, Berkeley gibi dindar ve Tanrı’nın varlığına inanan filozofların kuramlarıyla birlikte, Hume, Diderot, d’Holbach, Nietzsche, Marx, Russell, Sartre, Dennett gibi Tanrı’nın var olup olmadığının bilinemeyeceğini veya Tanrı’nın var olmadığını savunan dinsiz filozofların kuramlarının dikkate alınmadığı bir ortamda, yeni bir Türkiye değil, eski bir ortaçağ düzeni kurulabilir.
Türkiye’nin gereksinim duyduğu şey, televizyon ekranlarındaki ilahiyatçıların geçit töreni ve propagandası değildir. Türkiye’nin gereksinim duyduğu şey, sorgulayıcı, yaratıcı ve analitik düşüncedir. Türkiye’nin gereksinim duyduğu şey felsefedir. Türkiye’nin gereksinim duyduğu şey epistemolojidir, ontolojidir, etiktir. Türkiye’nin gereksinim duyduğu şey bilimdir.
Türkiye’nin gereksinim duyduğu şey, bu konularda başını kuma gömen “aydınlar” da değildir. Aydın olmak için sadece bilgili ve akıllı olmak yetmez. Aydın olmak için, bilgili ve akıllı olmakla birlikte, toplumun gelişmesi için mücadele vermek ve cesur olmak da gerekir.
Not: 11 Kasım 2018 Pazar günü saat 18.00’da 37. İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’nda “Tanrı Var Mıdır?” adlı yeni kitabımın imza günü etkinliği gerçekleşecektir. (Destek Yayınları Standı / 12. Salon, No: 405)  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları