Bugün, Kurtuluş Savaşı’nın lideri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Aydınlanma devrimlerinin öncüsü olan Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümü.
Milli Eğitim Bakanlığı’nı istila eden ümmetçi cehalet bakıcıları ve vatana ihanet etmeyi alışkanlık haline getirenler, okulların sonbahar tatilini 10 Kasım’a denk getirerek milyonlarca öğrencinin ve öğretmenin Atatürk’ü anmasını önlemeye çalışmış olsalar da; hükümet Atatürk’ün adını havalimanlarından, stadyumlardan, caddelerden, meydanlardan silmiş olsa da; AKP iktidarı teokratik ve monarşik siyasetiyle, başta laiklik olmak üzere, Atatürk’ün tüm ilkelerini ve devrimlerini ortadan kaldırmak için mücadele verse de, onlarca milyon vatandaşın Atatürk’e olan sevgi ve saygısı yok olmayacaktır.
Çünkü Atatürk gibi eylemleriyle tarihe ve vatana olumlu bir damga vuran karakter sahibi kişiler, hükümetlerin, siyasetçilerin, bürokratların, tarikatların, cemaatlerin arzularına ve zihinlerindeki çarpık, nankör, vefasız, alçak, namussuz, şerefsiz hayallere göre unutturulamazlar!
***
Öte yanda, Atatürk’e yönelik bir sevgi ve saygı duygusu içerisinde olmak da yeterli değildir. Atatürk’ün ilkelerinin ve devrimlerinin anlamını kavramak ve bu kavrama sürecinin sonucunda ona sevgi ve saygı duymak daha önemlidir.
Atatürk, halkın egemenliğinin sağlanması amacıyla, monarşiye, teokrasiye ve feodalizme karşı mücadele vermiştir. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla birlikte, TBMM’nin kurulması, padişahlık ve halifelik düzeninin kaldırılması, cumhuriyetin kurulması, bilimsel ve laik eğitim düzenine geçilmesi, kadınların ve erkeklerin her konuda ve hukuk önünde eşit kılınması, din konusunun vatandaşın özgür iradesine bırakılması, çiftçinin toprak sahibi olmasının sağlanması, tarım, sanayi, altyapı, eğitim, sağlık alanlarında kamucu yatırımların yapılması, Atatürk’ün 57 yıllık kısa hayatına sığdırdığı en önemli gelişmelerdir.
Atatürk’ten sonra iktidara gelen hiçbir hükümet, hem nitelik hem de nicelik açısından, bu kadar büyük başarıları bu kadar kısa bir sürede gerçekleştirememiştir.
Bu devrimlerin tamamı, Atatürk’ün kurduğu ve ilk genel başkanı olduğu Cumhuriyetin kurucu partisi Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı ilkesinin uygulanması sonucunda gerçekleşmiştir. Bu ilkeler cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, milliyetçilik ve devrimciliktir.
Bu ilkelerin ışığındaki devrimler, 1920 yılında, CHP’nin kurulmasından önce başlamıştır, ilkelerin adları ise daha sonra verilmiştir. Atatürk önce devrim sürecini başlatmıştır, ondan sonra devrimin adını koymuştur, devrimin adını koyduktan sonra da devrimlerini sürdürmüştür. Bu devrimin adı “altı ok” devrimidir. “Altı ok” devrimi bir Aydınlanma devrimidir. Atatürk’ü bu devrimden bağımsız anlamaya çalışmak, onu anlamamak veya anlamayı istememek demektir!
***
Ülkesi ve halkı için mücadele veren Atatürk, dünyaya kapalı yerel bir insan değildi. Nitekim “altı ok” olarak bilinen ilkeler, 17. ve 18. yüzyılda Locke, Rousseau, Hume, Voltaire, Montesquieu, Diderot, Kant gibi filozofların düşünceleriyle, ayrıca 1776 Amerikan Devrimi’yle ve 1789 Fransız Devrimi’yle birlikte şekillenmişti. Atatürk de bunlardan etkilenerek Osmanlı İmparatorluğu topraklarında bu devrimleri gerçekleştirmişti.
Atatürk bugün yaşasaydı, batıdaki gelişmeleri dogmatik, kompleksli ve şovenist bir yaklaşımla kategorik olarak reddetmez, yaşadığı dönemde de yaptığı gibi, olumlu olan yönlerini benimser, olumsuz yönlerine karşı çıkar, olumlu yönlerini de geliştirmeye ve aşmaya çalışırdı.
Atatürk batı, doğu, kuzey, güney ayrımı yapmazdı. Çünkü Atatürk’ün yolu akıl yoluydu. Atatürk dünyaya, insana, topluma ve yaşama; din, mezhep, dil, ırk, etnik kimlik üzerinden değil, akıl üzerinden bakardı.
Yeryüzünde, hem böyle bir vizyonu olan hem de tarihin akışını değiştirebilmiş bir lidere az rastlanır. Bu olgu Türkler için büyük bir onur ama ona layık olamayanlar için büyük bir utanç kaynağıdır!