Bir hükümetin, milletin desteğiyle değil, sözde “savcıları” ve sözde “hâkimleri” kullanarak, polisin, jandarmanın, gardiyanın, kolluk kuvvetinin, askerin ve emperyalizmin desteğiyle ayakta durması, o hükümetin tükenmişliğinin ve çaresizliğinin göstergesidir.
AKP hükümetinin yaşadığı tam da budur.
Bu aslında sonun başlangıcıdır. Ancak o iktidarın sona ereceği ana gelene kadar ne kadar zamanın geçeceği belirsizliğini korumaktadır. Sonun başlangıcından sona kadar olan zaman diliminde olan halka, millete, vatana olmaktadır.
Milletle inatlaşan bir hükümet ve devleti işgal ederek, devleti arka bahçesine çevirerek devletle milleti karşı karşıya getiren bir hükümet, başlı başına bir ulusal güvenlik sorunudur. Halkın sabrını ve iyi niyetini yanlış okuyarak baskıcı yöntemleri uygulamaya devam eden bir hükümetin, ülkeye ve halka hiçbir faydası olmayacağı gibi, çok büyük zararları da olur.
Tarihe bakıldığında, özellikle belli başlı hakların ve özgürlüklerin elde edilmesinden sonra, bu hakları ve özgürlükleri sonradan gasp eden hükümetlerin hiçbir sürdürülebilirliğinin olmadığı görülecektir. İnsanlık tarihinde bunun aksine dair tek bir örnek bile yoktur. Tümevarımsal bir çıkarım yapılacak olursa, bunun bir insan ve toplum yasası olduğu söylenebilir. Eğer AKP hükümeti bu konuda bir istisna olursa, insanlık tarihinde bu tezi yanlışlayan ilk örnek olacaktır.
Böyle aptalca bir şeye inanan AKP’liler varsa, akıllarını en kısa sürede başlarına toplamaları kendi yararlarına da olacaktır. Yerçekimi ve kütle çekim yasasının yanlışlanması olasılığı ne kadar ise, AKP’nin bu insan ve toplum yasasını yanlışlaması olasılığı da o kadardır. AKP o nedenle yere sert bir biçimde çakılmadan önce, göreceği zararları asgari düzeye çekmek amacıyla, girdiği bu felaket ve korkunç yoldan en kısa sürede dönmelidir.
Yargı bağımsızlığına aykırı hukuk dışı tutuklamalar; ABD Devlet Başkanı Donald Trump ile dostluklar; ABD’ye, AB’ye, Britanya’ya verilen hizmetler ve tavizler; “uluslararası” ilişkiler; savunma sanayi alanındaki çalışmalar ve militarist böbürlenmeler; sayısı fazla devasa uçaklar, saraylar, koruma birlikleri, makam odaları, makam araçları, unvanlar, bunlarla bağlantılı görgüsüzlükler ve bunların kaynağındaki kompleksler; dincilik üzerinden vatandaşları kandırma, uyutma, uyuşturma girişimleri; halkı eğitimsiz ve cahil bırakma projeleri de, milletin gücü karşısında, böylesine baskıcı bir hükümeti kurtarmaya yetmez.
***
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki padişahın ve halifenin emir kulu bir ümmet olmaktan çıkıp, bir millet, ulus, halk olmak, başka bir deyişle özgür olmak ve halkı, ulusu, milleti egemen kılmak kolay bir şey değildir.
Dincilik, mezhepçilik ve etnik kimlikçilik ise, bir millet, bir ulus olmanın ve halkın egemen olmasının önündeki en büyük engellerden birisidir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni 29 Ekim 1923’te kuran Mustafa Kemal Atatürk bunun bilincinde olan nadir liderlerden birisiydi.
Bir ulus kuramamış olanların, uluslararası ilişkiler bağlamında hayatta kalması da olanaklı değildir. Uluslararası ilişkilerin olabilmesi için öncelikle bir ulusun var olması gerekmektedir. Ulus olamamış ümmet, uluslararası ilişkilerin parçası olamaz, olsa olsa ulus olmayı başarmış devletlerin sömürgesi olur!
AKP’nin hayran olduğu Katar’da, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Kuveyt’te, Suudi Arabistan’da petrol ve doğal gaz vardır, ama bir ulus yoktur; ABD’nin uydusu olan bir krala, prense, hükümdara, sultana itaat eden bir ümmet vardır.
AKP’nin, petrolü ve doğalgazı da olmayan Türkiye’de, Cumhuriyet Devrimleriyle kazanılmış hakları ve özgürlükleri ortadan kaldırarak teokratik bir monarşi kurmak çabası, gerçekten de aptalca olduğu gibi, boş bir hayaldir.