Olaylar Ve Görüşler

Kültürel yozlaşma yoğunlaşıyor

22 Temmuz 2019 Pazartesi

Türkçeden uzaklaşılmasıyla giderek yaygınlaşan Osmanlıcaya dayalı kültür, eğitimden siyasete yaşamın her alanını artan oranda kapsıyor. Bu da, onarımı hiç de kolay olmayacak ağır bir yozlaşma yaratıyor. Kültürel bölünmüşlük toplumsal birliğe yıkıma götüren bir biçimde derinleşiyor.

Kültür, en yalın anlatımıyla insanlar tarafından yaratılan her türlü yaşayış, düşünüş ve sanatsal varlıkların tamamıdır.
İnsanların yarattığı her şey emek ürünüdür; değerdir. Kültürel değerlerin oluşumunda ve sonraki kuşaklara iletilmesinde kullanılan araçlar, insanın doğal ve toplumsal çevresine ne ölçüde egemen olduğunu da gösterir. Resimden heykele, yemekten müziğe uzanan çok geniş bir kapsamı olan kültürün, diğer biçimleri de önemli olmakla birlikte, asıl ve ortak taşıyıcılarının başında dil gelir. Bu nedenle toplumlar Tanrı’ya yakarıştan bilimsel çalışmaya kadar, yaşamın her alanında kendi dillerini kullanmaya özel bir önem verirler.

Milliyetçilik dil ile başlar!
Ülkemizde dilde milliyetçilik Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde çok güçlenir. O kadar ki dönemin ünlü düşünürü Ziya Gökalp,
“Bir ülke ki camiinde Türkçe Kuran okunur, Ey Türkoğlu işte senin orasıdır vatanın” der. Cumhuriyet kültürdür diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün istediği ve özenle ve ısrarla vurguladığı diğer dillerin boyunduruğundan kurtulmuş arı Türkçedir.
Bu ülkenin kimi sağcılarının Türkçe ile büyük sorunları var. Bilindiği gibi 1950’de işbaşına gelen Demokrat Parti hükümetinin ilk işlerinden biri, içeriğine hiç dokunmadığı, ne ölçüde demokratik olduğunu sorgulamadığı 1924 Anayasasının dilini Osmanlıca yapmaktı, anayasa bir gecede Teşkilat-ı Esasiye Kanunu oldu. 1961 Anayasası’yla şimdiki adına kavuştu.
AKP özelindeyse Türkçe karşıtlığı her geçen gün tırmanıyor. Başkan ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez, 2014 yaz aylarında Osmanlıcayı eğitimin göbeğine yerleştirmeye başladı. Aynı anlayışın doğal bir sonucu olarak 24 Aralık 2014’te de Türkçe ile felsefe yapılamaz diye buyurdu.
Türkçe karşıtı bir anlayışın aslını yansıtan bu sözler, kamuoyunda hemen hiç tartışılmadı; ne Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin özgün kurumlarından biri olan Türk Dil Kurumu, ne üniversitelerin ilgili bölümleri ne de milliyetçi geçinen siyasetçiler, yazar ve yorumcular tarafından sorgulandı.
Kaldı ki, eğer doğru okunursa, bu sözler Türkçe ile düşünme süreçlerinin güçlü ve etkin bir biçimde işlemeyeceği; sanatsal ve bilimsel çalışma yapılamayacağı anlamına gelir.
Anadili Türkçe olan milyonlarca insanı aşağılamaya varan bu tür bir yaklaşımda bulunmaya kimsenin hakkı olamaz, bu bir. İkincisi de Türkçe ile felsefe yapılamaz bir önyargıdır; nesnel olarak da doğru değildir; Türkçe yazılan ve yabancı dillere çevrilen çok sayıda bilimsel çalışma ve yazın eseri vardır.

Temel kayınca
Türkçeden uzaklaşılmasıyla giderek yaygınlaşan Osmanlıcaya dayalı kültür, eğitimden siyasete yaşamın her alanını artan oranda kapsıyor. Bu da, onarımı hiç de kolay olmayacak ağır bir yozlaşma yaratıyor.
Çoğu yerde halkın istekleri hiçe sayılarak ana ekseni iyice imam hatipli kılınan devletin elindeki eğitim, çok büyük ölçüde, Osmanlıcayı baş tacı eden, Harf Devrimi’nin yadsınmasını, giderek alfabenin değişmesini açıkça isteyen dini vakıflardan, halkın parasıyla hizmet satın alıyor. Sağlıklı bir insan gelişmesinin önkoşulu olan karma eğitim karşıtlığı o kadar iliklere işlemiş ki, kadın üniversitesi saçmalığı gündeme getiriliyor.
TV programlarının çok büyük bir bölümü siyasal İslam kültürünün, insanı bağımlı kılan, özgür düşünmesini ve yaşamasını sınırlayan yönlerini toplumun ortak aklına yerleştirmeyi iş ediniyor. TV dizilerinde, doğru bir tutumla, sigara ve içki görüntüsü engelleniyor. Ancak, toplumda, hemen her gün silahlı çatışmalar yaşanırken TV dizilerinde silahlar dizi dizi boy gösteriyor; ara sivil silahlanma ile bir bakıma savaş aşkı yaratılıyor. Özgürlük, eşitlik ve barış iyice kullanımdan uzaklaşırken, ölüm akıl almaz bir biçimde kutsanıyor. Öteki dünya günlük yaşama aşırı bir biçimde yerleştiriliyor. Dahası helal gıda gibi başka kültürlerden alıntı kokan kavramlar kol geziyor. Hak arama yolları kapandıkça insanlar Allah’ından bulsun noktasına varıyor. Öteki dünya günlük yaşama o kadar aşırı bir biçimde yerleştiriliyor ki, giderek ölümü kutsayan bir kültür oluşuyor.

Benzer tercihler
İstikşaf, iltisak, beka gibi anlamını büyük çoğunluğun anlamadığı; özellikle de dava gibi her gün kullandığı ancak içeriğini açıklama gereği duymadığı kavramları kalıcı biçimde kullanıma sokan iktidardaki siyasetin, ana muhalefet tarafı da uzunca bir süredir, bu gidişe uyuyor; günlük söyleminde insan hakkı yerine kul hakkını; suç yerine günahı yerleştirmiş bulunuyor. Devletin varlık nedeni olan gelir- gider hesaplarının görülmesi de artık Sayıştay’a değil öteki dünyaya bırakılıyor. Sonunda, halk artık kullanılmıyor; ulus gibi güzelim Türkçe kavramlar unutuluyor; giderek millet gibi yerleşik sözcüğün yerine bile ümmet yerleştirilmek isteniyor.
Kültürel yozlaşmanın yaygınlık ve derinlik kazanması, getirilen yeni yöntemlerle büyük ivme kazanıyor. Yöntem şu: Kolayca anımsanacağı gibi Fethullah Gülen sıkça kullandığı TV söyleşilerinde önce bir ya da birkaç tümceyi Arapça söyler, sonra da onun Türkçe karşılığını, dinleyenlerinin ağzı açık bakışları ortamında açıklardı. İslamcıların sıkça başvurduğu bu anlatım yöntemini, çok ilginçtir, Erdoğan dakullanıyor. Kimi zaman başvurduğu bu yöntemin sonuncusunu, yıkıcı FETÖ başkaldırısının 3. yıldönümünde, 15 Temmuz törenlerinin İstanbul ayağında yaptığı konuşmada kullandı. Önce, dinleyicilerinin tamamına yakınının hiç anlamadığı Arapça bir şeyler söyledi, sonra da o söylediklerinin Türkçe karşılığını verdi. Anlatılanı tartışılmaz doğru sayan bu yaklaşımın, sıkça başvurulan kültürel kaynak olarak sürdürüleceği anlaşılıyor.
Sonuç olarak kültürel yozlaşmanın yoğunlaşması, yalnız yerel kültürün evrensel kültürden kopuşuna neden olmakla sınırlı kalmıyor. Bu ülkenin insanı kendi öz diline yabancılaşıyor. Bu durum, kuşaklar arasında büyük ve onarılmaz kopukluklar yaratıyor. Kültürel bölünmüşlük, toplumsal birliği yıkıma götüren bir biçimde derinleşiyor.  

PROF. DR. YAKUP KEPENEK



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları