Örsan K. Öymen

Dünya, İran ve AKP

08 Temmuz 2024 Pazartesi

Dünyada 195 ülke bulunuyor. Bu ülkelerin içinde teokrasiyle yönetilen çok az sayıda ülke var. Başka bir deyişle dünyada din devleti olarak nitelendirilebilecek bir ülke neredeyse kalmadı. Çünkü din devleti, teokrasi ve laiklik karşıtlığı, Orta Çağ’da kalmış ilkel bir anlayıştır.

Ancak dünyadan ve tarihsel gelişmelerden kopuk yaşayan, zamanı durdurmak hayaliyle var olmaya çalışan, dünyanın veya evrenin merkezinde olduğunu sanan bazı zavallı insanlar, hâlâ bir din devletini ve teokratik düzeni yaşatmak peşindedir.

Afganistan’ı, Suudi Arabistan’ı ve İran’ı yönetenler buna dair var olan nadir örnekler arasındadır. Türkiye’deki AKP hükümeti de aynı kategoridedir. Ancak AKP’nin laik düzeni yıkma çabalarına rağmen, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimleri sayesinde ve toplumun çoğunluğunun bu devrimleri önemli bir ölçüde benimsemiş olması nedeniyle, Türkiye hâlâ Afganistan, Suudi Arabistan ve İran ile aynı seviyeye düşmemiştir.

AKP’nin iktidara gelmiş olması da, kendi gücünden ziyade, hem muhalefetin bölünmüş olmasından hem de muhalefetin ideolojik ve stratejik hatalarından kaynaklanmaktadır. 

***

Afganistan, Suudi Arabistan ve İran gibi ülkelerde de laiklik karşıtı, köktendinci, İslamcı, teokratik düzenler halk desteğiyle kurulmamıştır. Bu ilkel düzenler silah zoruyla, baskıyla, zorbalıkla, vahşetle, şiddetle, despotizmle kurulmuştur.

İran’da geçtiğimiz hafta gerçekleşen sözde seçimlerin ilk turunda seçimlere katılım oranının yüzde 40’ta kalması, bu seçimin en önemli sonucudur. Çünkü İran’da serbest seçim diye bir şey yoktur.

Başta İran’ın “dini lideri” Ali Hamaney olmak üzere, ruhban sınıfı hangi adayların yarışmasına izin veriyorsa, o adaylar seçimlerde yer alıyorlar. İran’da demokratik ve laik bir düzeni kurmayı amaçlayan herhangi birisi seçimlerde aday olamaz. Çünkü İran teokratik bir anayasaya ve düzene sahiptir.

“Reformcu” diye etiketlenen adaylar da aslında reformcu değildir. 1979 yılından beri İran’da seçilen hiçbir devlet başkanı reform gerçekleştirmemiştir. Onların uygulamalarını “reform” olarak adlandırmak, reform kavramının içini boşaltmak, dünyada gerçekten reform yapan liderlere hakaret etmek anlamına gelir.

İran’da adayların arasında radikal olmayan farklar olsa da, sonuçta hepsi ilkel bir düzenin parçalarıdır. İran’daki seçimler bayat bir müsamereden başka bir şey değildir.

Bu nedenle halkın yüzde 60’ının seçimlere katılmaması, başka bir deyişle seçimleri boykot etmesi, aynı zamanda düzene karşı bir başkaldırıdır. Seçimlere yüzde 40 katılım oranı, İran’da 1979 yılında gerçekleşen İslamcı darbeden sonraki en düşük katılım oranıdır. İran’daki rejimin ve yönetimin halk bağlamında da bir meşruiyeti kalmamıştır. 

***

İran’da 1979 yılında Ayetullah Humeyni’nin öncülüğünde gerçekleşen darbeyi, devrim olarak tanımlamak da, devrim kavramının içini boşaltmak ve gerçekten devrim yapanlara hakaret etmek anlamına gelir.

Çünkü devrim ileriye doğru bir dönüşüm ve gelişme anlamına gelir. Orta Çağ karanlığına doğru, yüzlerce yıl geriye doğru gitmek, devrim olarak nitelendirilemez. İran’da 1979 yılında Muhammed Rıza Pehlevi adlı diktatör devrilmiş, yerine Ayetullah Humeyni adlı bir başka diktatör gelmiştir. 1979’da İran’da monarşiden teokrasiye geçilmiştir. Bunu devrim olarak nitelendirmek cehaletten başka bir şey değildir. Devrim, şahısları devirmekten ibaret bir eylem değildir.

Tevrat, İncil, Kuran gibi din kitapları, yüzlerce, binlerce yıl önce yazılmış kitaplardır. Bu kitaplar kendi tarihsel koşulları içinde değerlendirilmeli, din devlet tarafından topluma zorla dayatılmamalı, din konusu kişilerin kendi özgür iradesine bırakılmalıdır.

Bunun aksini savunanlar, tarihsel koşullara göre evrimleşemedikleri için, yok olmaya mahkûmlardır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları