Anadolu'nun "Keyveni'lerine"

10 Ocak 2009 Cumartesi

Bugüne kadar yazmadım, çünkü insanın kendisini yazması zordur. Yoksa Keyveni, bunu hak etmediğinden değil. Keyveni bunu hak ediyor ki, bugüne kadar Hakkı Devrim’den, Hikmet Çetinkaya’ya , Vahap Munyar’dan Yurtsan Atakan’a , Oktay Ekinci’den Sahrap Soysal’a , Yavuz Dizdar’dan Jale Özgentürk’e, Sadi Özdemir’e ve burada adlarını anamadığım için beni affedeceklerini umduğum birçok isim, Keyveni hakkında görüşlerini dile getirdiler. Bu vesile ile hepsine tekrar teşekkürü de bir borç biliyorum. Ayrıca, “Türkiye’nin Keyveni’si Aranıyor” yarışmasının juri üyeleri  başta Ali Sirmen’e , Prof. Onur Devres’e ( İTÜ Gıda mühendisliği Bölüm Başkanı) ,  Sahrap Sosyal’a , Yurtsan Atakan’a  ve Tangör Tan’a ve yarışmacıların tümüne teşekkür ediyorum.

Keyveni, benim çocukluğumun belki de en önemli imgelerinden biri. En başta 106 yaşında yitirdiğimiz Baba Annem ( ebem ) Sultan Ana en büyük Keyveni. Kendisini 1990 yılında  ebediyete yolcu ettik. İkincisi annem Mercan, üçüncüsü eşim sevgili Yunise ve tüm Türkiye’de ailelerinin karnını doyuran eli öpülesice kutsal Keyveniler…  1950’lerin Türkiye’sinde özellikle Sivas’ın Divriği kazasının Prunsur (Demirdağ) köyünde orta halli 14 fertli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim.  Dedem  (İstiklal Savaşı Gazisi ) Mehmet Onbaşı ve dört oğlu çiftçilik ve madencilikle ailenin geçimini sağlıyorlardı. Ebem ve özellikle evin büyük gelini annem uzun geçen kış mevsiminden önce yetiştirdiğimiz her ürünü ayrı ayrı; örneğin taze fasulyenin,  biberin, elmanın, armudun, kabağın, kurutulmasından tutun; domatesin kurutulmuşundan salçasına; buğdayın sertinden bulgurunu, eriştesini, yumuşağından ununu, tarhanasını, ekmeğini; etin kurutulmuşunu, kavurmasını, dürmesini ve daha yazın bahçede, tarlada ne yetiştirmişsek, hasatla birlikte dar güz aylarına kadar yoğun şekilde bir evin ihtiyaç duyacağı tüm erzakları belki bin yıllık belki de on bin yıllık gelenek ve göreneklerle, deneyimlerle, ustalıkla, hünerle, beceriyle, emekle, göz nuruyla ince ince hazırlanırdı, kilerde köşelerine yerleştirilirdi.  Küplere lahanadan, bibere, salatalığa turşular kurulurdu. Duttan, üzümden yapılan pekmezler, sirkeler, pestiller daha neler neler hazırlanırdı. Bütün bu uzun uğraşlar ve belli ritüeller ile törensel olarak hazırlanan yiyeceklerimizin, alın teri, göz nurunun yanı sıra güneşin bereketi ile birlikte tarlaya, bostana, bağa, bahçeye tohumun, çitilin, fidanın dikilmesinden yetiştirilmesine, bakımından, sulanmasına, hasadına kadar biz çocukların, dedemin, babamın, ailenin tümünün ortak çabasıyla gerçekleştirilirdi. Sanki bayramı kutlar gibi, altın sarısı buğdayın su değirmenlerinde öğütülüp, tandırlardan sofralarımıza kızarmış nar gibi ekmek olarak dönüşünün sevincini, düğününü yüreğimizin en derinliklerinde hissederdik. Buzağının, kuzunun, oğlağın soframıza et, süt, yoğurt olarak dönüşünün masalsı kutsal törenidir sanki bu bin yıllık. Anadolu halkının kutsal yaşam döngüsünün tekrarını zihnimin en derinliklerine kazıyarak çocukluğumu geçirdiğim Prunsur Köyün’den üniversite okumak için bir gece yarısı doğu ekspresine binişim ve İstanbul’a gelişim; geride kalan sisler içerisinde acı, tatlı, sevinçli çocukluğum.

Kredi yurtlar kurumundaki öğrencilik günlerimizde, akşam yemeklerimizi hazırlama çabalarımız; ailelerimizde gördüğümüz görgü, birikim, organizasyon yeteneği ile kılı kırk yararak, yoktan  var edilerek yaratılan  sofraları kurmayı, benim gibi Anadolu’dan gelmiş, kıt imkanlı arkadaşlarla imece yaparak gerçekleştirirdik. Daha sonra tesadüfler sonucu 1986’da eşimle kurduğum Keyveni’deki yolculuk, Prunsur’dan yola çıkışın devamıdır.

Anadolu’da, bizim çocukluğumuzun geçtiği topraklarda yüzyıllardır süren  ebemin, annemin ve eşimin de bir parçası olduğu bu Keyveni kültürüne atfen, tohumun hasada dönüşmesinden soframıza nimet olarak konulması, en uzman en bilinçli biçimde kilerde saklanmasına ve oradan bir kış boyunca alınarak, ihtiyaca göre idareli bir biçimde mutfakta en leziz şekilde kılı kırk yararak pişirilmesini, ailenin karnının doyurulmasını sağlayan evin Keyveni’sine, kilerin sahibine saygı için, yitip gitmemesi için, yeniden yaşama kavuşturulması için şirketimizin adı olarak Keyveni’yi seçtik.  Araştırınca görürsünüz ki , Türk Dil Kurumu’nun Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’ne göre Keyveni’nin birbirine yakın birçok anlamı vardır Anadolu’nun her yöresinde : Örneğin, Sungurlu –Çorum,Artova –Tokat, Refahiye, Kemaliye –Erzincan,Ağın –Elâzığ, Gürün, Divriği –Sivas, Boğazlıyan, Akdağmadeni –Yozgat, Bünyan –Kayseri,-Kırşehir, Ereğli –Konya’da “Keyveni” aşçı kadın anlamına gelir. Van’da “ekmek yapan kimse”, Gümüşhane  ve Kayseri’de “düğün yemeği yapan kimse” , Malatya’da “ yemek yapmakta becerikli , tutumlu kadın” anlamına gelir. Tabi her yörenin değişik ağızlarına göre de “ Keyveni” , keyfen, keyvene  gibi farklı biçimler de alır. Yani Anadolu Türk halk kültürünün en önemli öğelerinden birisidir.

Bu becerikli, maharetli kadınların elinden yediğim çocukluğumun damak çatlatan lezzetlerin tadı hala aklımda; bugün onlar gibi lezzetli yemekler yaptığımız , o tatları yaşattığımız  Keyveni her geçen gün daha çok anlaşılıyor, tanınıyor.  Daha da anlaşılması ve daha da hak ettiği yere gelmesi için, sosyal sorumluluk bilinci ile 28 Kasım tarihinde “ Türkiye’nin Keyvenisi Aranıyor” yarışmasını düzenleyerek hem Keyveni kültürünü yeniden gündeme taşımaya hem de saklı, gizli kalmış “Keyveni” leri seçmeye özen gösterdik, çalıştık.   Bu yarışma ile istedik ki, insanlar kaybolmaya yüz tutan bu kültürü biraz tanısın. Çünkü geleneksel Türk kültüründe Dede Korkut neyse,  mutfakta, kilerde evin Keyveni’si de odur.  İstedik ki, her ailede bir tane olduğuna inandığımız Keyveni’ler gün ışığına çıksın.  Bu Keyveni’ler ne kadar önemli bir şey yaptıklarını, annelerinden, ninelerinden öğrendikleri yüzyıllardır süren yemek geleneklerini ve ritüellerini yaşatmanın ne kadar da önemli elçileri olduklarını fark etsinler. Bu Keyveni’lerin karın doyurmanın da ötesinde aile birliğini, bütünlüğünü, dirliğini ve düzenini sağlamada, sürdürülmesinde,  sosyal ve kültürel açıdan oynadıkları rolü toplumumuz da görebilsin, hatırlayabilsin. Keyvenilerin sayesinde ayakta duran Türk toplumunun geleneksel büyük aile kavramı büyük kentlerdeki kargaşa ve yozlaşma içerisinde erozyona uğramasın. Pişirdikleri yemeklerle ve kendileri ile gurur duyabilsinler ve daha da iyisini yapmak için heveslensinler. Son olarak, gönderdikleri tariflerdeki Anadolu lezzetlerinin yaşatılmasına ve çekirdek ailenin kutsallığına ve korunmasına, saygınlığına, dirliğine, birliğine gücümüzün elverdiği ölçüde bir tutam tuz olalım istedik.  Sonuçlar ile ilgili daha detaylı bilgi www.keyveni.com sitesinde mevcut. Saygılarımla….

[email protected]



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları