Sadece Ahmet Değil: Bu Ülkede İyilik Konu Edildi, Kötülük Sıradanlaştı
Sadık Çelik
Son Köşe Yazıları

Sadece Ahmet Değil: Bu Ülkede İyilik Konu Edildi, Kötülük Sıradanlaştı

17.04.2025 04:01
Güncellenme:
Takip Et:

Adını unuttuğumuz ya da hiç bilmediğimiz tüm çocuklar için…

Korkuyla yoğrulmuş, cezasızlıkla serbest bırakılmış, ihmalle örülmüş bir ülkenin orta yerinde, İstanbul’un göbeğinde, insanların gözleri önünde, 15 yaşında bir çocuk bıçaklandı.

Ahmet Mattia Minguzzi…

Adını ezberleyemeden yasına tutunduk… Oysa ki hiçbir çocuğun adı, bu kadar kısa sürede bir ağıta dönüşmemeli.

Önlenebilecek bir ölüm, sadece yas değil, utanç da bırakır geride…

ÖNLEYEMEDİĞİMİZ YANGIN: BEYİN, SOKAK VE TOPLUM

İnsan beyni gelişirken iki kritik dönüm noktası yaşar. Biri 2 yaş civarında, diğeri ergenlikte. Ergenlikte beyin adeta yeniden düzenlenir. Ama bu süreçte henüz tam oturmamış bazı bölümler vardır. Özellikle de sağduyu, empati ve kendini frenleme becerileri henüz tam gelişmemiştir.

Bu da demektir ki; ergenlikte çocuklar çok düşünmeden hareket eder. Öfkeye çabuk kapılır, riskleri göremez. Çünkü onları durduracak iç ses, henüz tam olarak gelişmemiştir.

Ama burada kritik bir şey daha vardır.

Eğer çocuk, ebeveyniyle sağlam bir ilişki, güvenli bir bağ kurmuşsa, onun değer yargılarını “ödünç alır.” Doğruyu yanlışı kendi süzgecinden geçiremese bile, anne babanın süzgecini kullanır.

Fakat eğer bu bağ yoksa... O zaman başka bir otorite arar. Çünkü insan, sosyal bir varlıktır. Onaylanmak ister. Aidiyet arar.

Bugünün dünyasında çocuklar bu onaylanma ve otorite ihtiyaçlarını çok kolay başka yerlerde gideriyor. Sanal gruplar, sosyal medya, oyun arkadaşlıkları… Artık çocuklar rol modeli sokakta değil, ekranda oyun kanallarında, TikTok’ta, forumlarda buluyor. 

Onlara yol gösteren kişi bir ebevey ya da bir öğretmen değilse, çoğu zaman bir ekran başındaki yabancı oluyor…

Ebeveynin rehberliği yoksa, öğretmen ulaşamıyorsa, sistem yetersizse… O boşluk kendi kurallarını koyuyor.

Sokak, sadece fiziksel bir geçiş alanı değil artık, gençler için kontrolsüz bir sosyalleşme mekanı ve bu sosyal ortam, hızla daha tehlikeli bir zemine kayıyor. Yalnız bırakılan çocuk, bir şekilde bir yere ait olmak zorunda. Eğer bu aidiyet sağlıklı bir çevrede kurulmazsa, şiddet yüklü yapılar devreye giriyor. Çeteler, yeraltı ekonomileri, informal gruplar… Çocuk, kendini korumak için bunlara tutunuyor. 18 yaş altı çocuklar suç çeteleri için adeta bulunmaz bir fırsat hâline gelmiş durumda. Çünkü bu çocuklar hem yönlendirmeye açıklar hem de yasalar gereği daha hafif cezalara çarptırılıyorlar ve/veya çok ciddi ceza indirimleri alıyorlar. Cezasızlık algısı, onları araçsallaştıran yapılar için teşvik edici bir zemin oluşturuyor. Bugün birçok çocuk, bu sistem zaafları nedeniyle suça itiliyor, kullanılıyor, tüketiliyor.

Gerçek sosyal bağlar çözüldükçe, yerlerini kırılgan ve geçici ilişkiler alıyor. Arkadaşlık değil, sadakat bekleniyor. Saygı değil, korku işliyor bu ilişkilerde. Çocuğun içinde bulunduğu dünya artık sadece zor değil, aynı zamanda tehlikeli hale geliyor.

Aileden, okuldan, toplumdan kopmuş bir çocuk… Aidiyet duygusunu en kolay nerede bulursa, oraya yöneliyor. Bu, kimi zaman bir sokak çetesi, kimi zaman bir şiddet örgüsü olabiliyor.

***

Çizgi filmde kavga eden karakterlerle, o kadar erken yaşlarda başlıyor ki bu süreç…

Arkasından kanlı dijital oyunlar ve nihayet gerçek hayatta güç arayışı…

Yani şiddet, çocuk için adım adım normalleşiyor.

Kendini var etmekle, zarar vermek arasındaki çizgi silikleşiyor.

***

Bu bir kişisel trajedi değil.

Ahmet’in ölümü, zincirleme bir yapısal bir sorunlar dizisinin son halkası.

“Benim çocuğum değil” diyerek kimse bu sorumluluktan kaçamaz. Çünkü bu sistem, hepimizin gözü önünde kuruldu.

Toplum, sadece yan yana yaşayan bireylerden oluşmaz. Ortak değerlerin, ortak sınırların, ortak yüklerin olduğu yerde toplum olur.

Bu yükü paylaşmayı bıraktığımız anda düzen çözülmeye başlar. Sorumluluğun çekildiği yere güç gelir. Bu güç, çoğu zaman kaba kuvvetle, korkuyla, şiddetle işler. Kurallar yeniden yazılır; ama bu kez adaletin değil, korkunun kalemiyle. 

Bu yüzden Ahmet’in ölümü yalnızca korkunç bir cinayet değil. Kolektif suskunluklarımızın, ilgisizliğimizin ve dağınıklığımızın aynası.

Ahmet Mattia Minguzzi bu acının sadece görünen bir yüzü, artık bir sembol. Onun adı duyuldu çünkü sesi gür çıkan bir ailenin evladıydı. Buz dağının görünen yüzü… Ama Türkiye’de her gün, basına yansımayan, duyulmayan nice benzer hikâye yaşanıyor. Akran zorbalığıyla başlayıp cinayete varan sessiz ve korkunç trajediler… İsimsiz kalan, adını hiç öğrenemediğimiz çocuklar… Geride kalan sayısız Ahmet ve adalet ararken sesi yeterince duyulmayan sayısız aile…

Bizi birbirimize bağlayan bağların koptuğu her yerde… yeni bir şiddet dili kuruluyor. Her birimiz, farkında olsak da olmasak da, bu tablonun içindeyiz ve sistemin parçasıyız.

Sistem dediğimiz şey; yalnızca yasalarla değil, insanların neyi görüp neyi görmezden geldiğiyle inşa edilir.

Çok ciddi bir sosyolojik yıkım yaşıyoruz. Kimse enkazın kendi evine yaklaşmakta olduğunu fark etmiyor. Toplumsal dokumuz parçalanıyor… Ama biz hâlâ bunu “tekil vakalar” sanıyoruz.

Bakın, Kars, Kağızman’daki kafede yaşanan son olay…

Bir uzman çavuş, “yan baktın,” diyerek başka bir genç insanı beylik tabancasıyla öldürüyor. Bu kadar kolay… Bu kadar gündelik… Bu kadar içselleştirilmiş bir şiddet hali. Ondan önce, Beykoz’da bir polis memurunun, trafikte tartıştığı mimar Turgut Toydemir’i silahla vurarak öldürmesi de yine bu sıradanlaşan şiddet ikliminin örneklerinden bir diğeri…

(Sadece bir başkasına yönelen şiddet de değil. Aynı sistemin yükünü taşıyan güvenlik görevlileri arasında intihar vakaları ürkütücü boyutlara ulaşmış durumda örneğin. Psikolojik çöküntü, bastırılmış öfke ve kontrolsüz tepkiler sadece topluma değil, bireyin kendisine de yöneliyor. Ruh sağlığı alarm veriyor ama o sesi gerçekten duyan bir avuç insan var.)

Toplumsal ve siyasal kutuplaşma artık hayatın her alanına sızmış durumda. Bir bakıma herkes, kendini, karşıtına karşı savunmak zorundaymış gibi yaşıyor. Muhalefet bir fikir değil, bir varoluş mücadelesine dönüşmüş. Yukarıda nasıl bir gerilim hattı kurulmuşsa, aşağıda sokakta da benzer refleksler yaşanıyor.

Düğünler bile kavgasız geçmiyor. Hiç yoktan çıkan bir trafik tartışması kolaylıkla ölümle sonuçlanabiliyor. Gündelik hayatın her anı, sanki görünmeyen bir çatışmanın parçasıymış gibi yaşanıyor.

Herkes sözde kendi adaletinin, kendi hukukunun peşinde… Ama ortak adalet duygusunu çoktan kaybetmiş gibiyiz. Bu kayıp, sadece mahkeme salonlarında değil; sınıflarda, sokakta, evde, ekranda kendini her gün gösteriyor.

Mesele öfke değil. Mesele, toplumun en küçük çatışmasında bile şiddeti doğal görmesi ve bunu durduracak ortak bir vicdan zemininin kalmamış olması…

Ama tam da bu zeminin yitip gittiği bir ülkede, yıllardır “üç çocuk yapın, beş çocuk yapın,” çağrıları yankılanıyor. Ne var ki bu çağrıların hiçbirinde, “doğurduğunuz çocuk merhametli olsun, eğitimli olsun, insan olsun” denmiyor. Çocuk sayısıyla övünen bir düzende, çocukların nasıl bir toplumda büyüyeceği neredeyse hiç konuşulmuyor.

SİSTEM KİMİ KORUYOR?

Her seferinde aynı çaresizlikle yüzleşiyoruz.

Bir acıyı değil, aynı zamanda ortak bir suçu da taşıyoruz sırtımızda.

Sistem, gözümüzün önünde, sessizce, neredeyse alışılmış bir doğallıkla öldürüyor çocuklarımızı.

Sistem, sanıldığı gibi görünmez bir hayalet değil. Tam tersine; o, okulda, mahkemede, sokakta, sosyal medyada… her yerde.

Ahmet Mattia Minguzzi’yi öldüren çocuk için erişkin gibi yargılansın talebi var. 

Bu talep, ilk bakışta adil görünüyor. Çünkü herkes biliyor ki o çocuk bu saatten sonra dışarı çıkarsa, bir başka çocuğun hayatına mal olabilir.

Ancak mesele aynı zamanda hangi çocukların, ne zaman, neden bu hale geldiğini sormak ve cevabı sistemin kendisinde aramak fakat kimse bununla ilgilenmiyor. 

Yasalar, sadece suçluyu cezalandırmakla işlemez. Yasalar, aynı zamanda korumak için vardır. Ama bu ülkede çocukları korumaya yönelik ne stratejik bir plan var, ne güncel veriler, ne etkili bir çocuk güvenliği eylem haritası… 

Çocuk istismarı ve ihmaliyle ilgili istatistikler toplanmıyor.

Suça sürüklenen çocuklara dair doğru düzgün kamuya açık bir veri yok. Hangi bölgelerde, hangi sosyal koşullarda çocuklar suça karışıyor, bilinmiyor.

Devlet sadece “cezalandırma”ya odaklanırsa, koruma geri planda kalıyor.

Bugün, ceza ehliyeti yaşının aşağı çekilmesi talep ediliyor.

Ama bu talep, öfkenin yasaya dönüşmüş hali değil mi? Ayrıca bu öfkenin yönü çocuklara değil, onları yalnız bırakan sisteme dönmeli.

Ceza ehliyeti yaşını düşürmek demek, çocukluğu kağıt üstünde silmek demektir. Tıpkı iş hukukunda çırak uygulamasıyla çocuk emeğini sömüren düzen gibi… Tıpkı çocuk yaşta evlilikleri meşrulaştıran sistem gibi… Çocukları yetişkin gibi yargılayarak, onları ne çocukları istismarına, ne erken yaşta evliliğe, ne de kötü muameleye karşı koruyabiliriz. 

Daha sert cezalar, daha az suç anlamına gelmez.

İngiltere, çocuklara destek sunan sosyal politikalarla suç oranlarını düşürdü.

Amerika ise ağır cezalarla, düşürülmüş ceza ehliyeti yaşıyla, başarısız oldu.

Çünkü sorun çocuğu cezalandırmakta değil… Onu suça sürükleyen yolları kapatmakta.

***

Rousseau, Emile adlı eserinde çocuğun gelişimini dört temel alan üzerinden açıklar: Doğa (genetik miras), aile (ilk çevre), çevre (sokak, arkadaşlık), ve eğitim (toplumsal yönlendirme).

Biz ise bugün bu dört alanın neredeyse tamamını kaybetmiş durumdayız. Çocuklar, bu başarısızlığın en ağır yükünü taşıyor.

Artık birbirini öldürüyorlar. Bir sokakta, okul çıkışında, bir pazar yerinde… Kendine “kardeşim” denmesini bile hakaret algılıyor çocuk ve karşısındaki çocuğu bıçaklıyor. Hırsları öyle büyük ki yere düşünce üzerine bir de tekmeliyorlar…

İşyeri kurşunlatanlar, hesaplaşmalara alet edilenler, hep çocuk…

Şiddet, yaş seçmiyor artık. Küçüğü büyüğü yok. Sokakta, okulda, evde, markette, her yerde… Üstelik sadece yaşanmıyor, normalleşiyor.

İzliyoruz. Sonra başka bir videoya geçiyoruz. Gözümüzün önünde büyüyen bu karanlığa neredeyse alışıyoruz.

Ne zaman bu kadar sessizleştik? Ne zaman çocuklarımızın öfkesi, bizim suskunluğumuzdan daha yüksek sesle konuşmaya başladı?

Bu soruları artık erteleyemeyiz.

Çünkü mesele yalnızca bir suç değil, bir kopuşun hikâyesi.

Aileden, okuldan, adaletten, merhametten, vicdandan… Belki de en acısı, artık hiçbir şeyin bizi yeterince sarsmıyor oluşudur.

Şiddetin böylesine sıradanlaştığı bir ülkede, kimse güvende değil.

“Biz ne ara bu hale geldik?”… Sorun şu ki… Bu hale nasıl geldiğimizi artık kimse sormuyor. Çünkü cevap aynada ve bakmak cesaret istiyor.

Dostoyevski’nin dediği gibi, “Her insan, herkes karşısında, her şeyden sorumludur.”

Ne oldu bize böyle?

Ahlâkı yüceltip durduk... ama ne sokaklar temiz kaldı, ne zihinler. Aynı gökyüzü altında bu kadar çok kötülüğin kol gezdiği, iyiliğin bu kadar az hissedildiği başka bir zaman yaşanmış mıydı? Sanmıyorum. 

Yazarın Son Yazıları

Kötülüğün yeni yurdu

Psikoloji, hukuk, dinler ve gündelik ahlakın ortak ezberinde kötülük, bireyin içindeki karanlıkla açıklanır.

Devamını Oku
04.12.2025
Kasım Üzerine: Dökülmenin ve Hatırlamanın Zamanı

Kasım, takvimin yalnız ayı.

Devamını Oku
20.11.2025
Sadakat Çağında Muhalif Kalmak

Bir toplumun neye güven duyar? Akla mı, yoksa itaate mi?

Devamını Oku
13.11.2025
Bir Tapınağın Hikâyesi: Mekânlar Değişiyor, İnsan Hep Aynı Savaşın İçinde

Denizden 150 metre yukarıda, Akropolis’in kayalık tepesinde yükselen sütunlar…

Devamını Oku
06.11.2025
Cumhuriyetin aynasında bugün

Türkiye’de uzun zamandır yeni bir fikir doğmuyor.

Devamını Oku
31.10.2025
Bir ahlak meselesi… Temiz eller, kirli zihinler

Ahlak; herkesin ağzında dolaşan fakat kimsenin pek de hayatına almadığı kelime.

Devamını Oku
24.10.2025
Bir Mahpusluk Halidir Bu Memleket

Bir ülkeyi anlamak için hapishanelerine, yani adaletin son durağına bakabilirsiniz.

Devamını Oku
16.10.2025
Öfkenin İkliminde Yaşamak: Adaletin Suskun, Zorbanın Gür Olduğu Bir Ülke

Toplum adeta bir gerilim teline dönmüş durumda; dokunan yanıyor, çekilen tınlıyor, kimse sesin kime ait olduğunu ayırt edemiyor.

Devamını Oku
10.10.2025
Gücün yakıcılığı, çekiciliği ve kontrol edilebilirliğinin önemi

Güç, insanlık tarihinin en eski büyüsüdür: Çekici olduğu kadar sınayıcıdır da insana kendini tanrı sanma yanılsaması verir...

Devamını Oku
02.10.2025
Kayıp Meslekler, Kırık Hayatlar

İnsan yalnızca yaşayan, tüketen bir beden değildir; aynı zamanda anlam üreten, topluma katkı sunan bir varlıktır.

Devamını Oku
25.09.2025
Manşetlerin Gölgesinde “Hayat”

Her gün televizyonda, gazetelerde, sosyal medyada büyük sözler, manşetler, olağanüstü gelişmeler, son dakika olaylar…

Devamını Oku
18.09.2025
Eylül Manzarası: Eşitsizlikten Umuda Eğitim

“Çok çalışırsan her şeyi başarırsın”.

Devamını Oku
04.09.2025
Tarım, Toplum ve Gelecek: Bir Yeniden Kuruluş Çağrısı

Tarım, Toplum ve Gelecek: Bir Yeniden Kuruluş Çağrısı

Devamını Oku
21.08.2025
Aşktan Öte Dertler…

İnsanoğlunun istila ettiği bu yeryüzü, artık sadece coğrafyaların değil, dertlerin de haritası.

Devamını Oku
14.08.2025
Kendine mahkum, aşka ve suça kör

Var olmak için nefes almak yetmez; insan bir yere ait hissetmek ister, bağ kurmak.

Devamını Oku
07.08.2025
Her yaz aynı alevlere uyanmak kader değil!

Dünyanın nefes almayı unuttuğu yıllar…

Devamını Oku
31.07.2025
LGS ve Eğitimin Hal-i Pürmelali, Siyasi Ahlakın Evrildiği Yer ve Bahçeli’nin Temsil Önerisinin Anlattıkları

Bu yıl LGS’de 500 tam puan alan 719 öğrenciyle rekor kırıldı. Geçtiğimiz yıl bu sayı 352’ydi. Sınav zor; ama başarı fazla…

Devamını Oku
24.07.2025
Speed ve Galata: Sistem Hatası Veriyor - Kulenin Tepesinden Bakınca Görünen; Liyakatsizlik

İstanbul’un siluetine yüzyıllardır tanıklık eden Galata Kulesi…

Devamını Oku
17.07.2025
Dev aynasındaki bireyler ve hakikatin yerine geçenler

Dev aynasındaki bireyler ve hakikatin yerine geçenler

Devamını Oku
10.07.2025
Ütopyanın Maskesi, Distopyanın Gölgesi

Bir hayal ve bir kâbus: Ütopya ve distopya. Genellikle “var olmayan dünyalar” diye tanımlanırlar.

Devamını Oku
03.07.2025
İsrail-İran Savaşı Ekseninde Çivisi Çıkan Dünya

İnsanlığın kolektif aklı çöküyor gibi uzunca bir zamandır...

Devamını Oku
19.06.2025
Görmenin ve anlamanın göreceli olduğu bir dünyada hakikati kim belirler?

Batı felsefesi binlerce yıldır görmeyi yüceltir. Duyular arasında en "akıllı", en "ruha yakın" olan hep görme sayılmıştır. Platon, Timaios’ta, “Görüşümüz gerçekten de bize en büyük yararı sağlamıştır,” der. Çünkü ona göre göz, zihnin kapısıdır; ruhun dışarıyı yokladığı bir uzantı.

Devamını Oku
12.06.2025
Kendi Celladına Aşık Olmak: Gücün Büyüsüne Kapılan Toplumlar

Toplumlar bazen göz göre göre karanlığa yürür. Hatta yürümekle kalmaz, o karanlığa âşık olurlar. Tıpkı bazı bireylerin kendine zarar veren ilişkilerde ısrarla kalması gibi.

Devamını Oku
29.05.2025
Dans Vebası: İnsanlığın Ayaklarıyla Çığlık Atışı

1518 yazı. Strasbourg’un taş sokaklarında bir kadın, Frau Troffea, kimseye aldırmadan dans etmeye başladı. Ne müzik vardı ne şenlik. Zaten yüzünde de neşeye dair tek bir iz yoktu.

Devamını Oku
22.05.2025
İstanbul’u imar adaleti kurtaracak (Değiştirilmesi Gereken Boğaziçi İmar Yasası ve Kentsel Dönüşüm)

İstanbul'u imar adaleti kurtacak (DEĞİŞTİRİLMESİ GEREKEN BOĞAZİÇİ İMAR YASASI VE KENTSEL DÖNÜŞÜM)

Devamını Oku
01.05.2025
Ülkenin Gerçek Beka Sorunu: Umudu Tükenen Toplumlarda Nüfus Kaçınılmaz Olarak Yaşlanır

Ülkenin Gerçek Beka Sorunu: Umudu Tükenen Toplumlarda Nüfus Kaçınılmaz Olarak Yaşlanır

Devamını Oku
24.04.2025
Sadece Ahmet Değil: Bu Ülkede İyilik Konu Edildi, Kötülük Sıradanlaştı

Sadece Ahmet Değil: Bu Ülkede İyilik Konu Edildi, Kötülük Sıradanlaştı

Devamını Oku
17.04.2025
Beyin Göçü Savaşları veya Zekânın Büyük Kaçışı: Türkiye Neden Tutamıyor?

Beyin Göçü Savaşları veya Zekânın Büyük Kaçışı: Türkiye Neden Tutamıyor?

Devamını Oku
20.03.2025
Suriye'de Alevi katliamı; göz ardı edilen kan ve gözyaşı ve diğer yaşananlar

Suriye'de Alevi katliamı; göz ardı edilen kan ve gözyaşı ve diğer yaşananlar

Devamını Oku
13.03.2025
Kritik Trump-Zelenski Zirvesinin Perde Arkası: Güç Oyunları, Bir Kez Daha Kürt Açılımı ve Edip Akbayram’ın Ardından…

Kritik Trump-Zelenski Zirvesinin Perde Arkası: Güç Oyunları, Bir Kez Daha Kürt Açılımı ve Edip Akbayram’ın Ardından…

Devamını Oku
06.03.2025
Boşvermişlik Yangınları: Teğmenlerin İhracından Otel Trajedisine Bir Toplumsal Duyarsızlığın Anatomisi

Boşvermişlik Yangınları: Teğmenlerin İhracından Otel Trajedisine Bir Toplumsal Duyarsızlığın Anatomisi

Devamını Oku
06.02.2025
Toplumun Karanlık Kavşakları: Bir mimarın son durak hikâyesi, trafik çilesi ve asfalt üzerinde insanlık cinneti

Toplumun Karanlık Kavşakları: Bir mimarın son durak hikâyesi, trafik çilesi ve asfalt üzerinde insanlık cinneti

Devamını Oku
26.12.2024
Hakikat yorgunu bir toplum: Beyin çürümesi, haksızlıklar, hukuksuzluklar, adaletsizlikler

Hakikat Yorgunu Bir Toplum: Beyin Çürümesi, Haksızlıklar, Hukuksuzluklar, Adaletsizlikler

Devamını Oku
18.12.2024
Suriye’nin Küllerinden Yükselen Kaos: İnsan Hakları Günü’nde Yeni Haritalar, Yeni Sınavlar

Suriye’nin Küllerinden Yükselen Kaos: İnsan Hakları Günü’nde Yeni Haritalar, Yeni Sınavlar

Devamını Oku
17.12.2024
Suriye’nin küllerinden yükselen kaos: İnsan Hakları Günü’nde yeni haritalar, yeni sınavlar

Suriye’nin küllerinden yükselen kaos: İnsan Hakları Günü’nde yeni haritalar, yeni sınavlar

Devamını Oku
10.12.2024
Machiavelli'nin Gölgesinde Modern Siyasetin Zalim Oyunları; Türkiye’den Suriye’ye

Machiavelli'nin Gölgesinde Modern Siyasetin Zalim Oyunları; Türkiye’den Suriye’ye

Devamını Oku
04.12.2024
Öncesi ve sonrasıyla Kılıçdaroğlu’nun tarihi savunması

Öncesi ve sonrasıyla Kılıçdaroğlu’nun tarihi savunması

Devamını Oku
26.11.2024
Yalnız değilsiniz: Dost uzanan eller uzak olmasın…

Yalnız değilsiniz: Dost uzanan eller uzak olmasın…

Devamını Oku
20.11.2024
Mülksüz yeni nesil ve İzmir, Selçuk’ta mülksüzlük içinde kaybolan 5 minik can

Mülksüz yeni nesil ve İzmir, Selçuk’ta mülksüzlük içinde kaybolan 5 minik can

Devamını Oku
14.11.2024
Yenidoğan Çetesi ve MHP Genel Başkanı Bahçeli Öcalan'a umut hakkı istedi

Yenidoğan Çetesi ve MHP Genel Başkanı Bahçeli Öcalan'a umut hakkı istedi

Devamını Oku
23.10.2024