Bugün yaşadığımız, tam anlamıyla adını da koyamadığımız küresel karmaşa dönemine adım adım geldik. Tepedeki çığ tehlikesi aslında görünürdü ancak uyarılar her zamanki gibi işe yaramadı. Ülkemizde, yanı başımızda olan gelişmeleri doğru okumak için yeniden kurulmaya çalışılan “küresel düzen” sarsıntılarının nereye doğru evrileceğini iyi hesaplamak gerekiyor.
Trump yönetiminin, bildik ABD kurumsal yapısındaki radikal değişiklik adımlarından, Transatlantik ilişkilerindeki kırılmalara, teknoloji devlerinin yeni dünya düzeninde iktidara oynamasına dek her yerde öngörülemezlik söylemi karşımızda.
Washington, II. Dünya Savaşı sonrası küresel hegemonyası için “demokrasi” vitrini altında yürüttüğü “yumuşak güç” imajını değiştiriyor. Trump, ABD’nin diplomatik söylemlerinin arkasındaki gerçek yüzünü artık filtresiz ortaya seriyor. Ukrayna’ya açıkça “Nadir elementlerini vermezsen destek yok” demesi de bunun bir örneği.
Dünya değişiyor ama değişmeyen nedir derseniz, emperyalist bakış açısı... Son dönemde Ukrayna, Filistin ve Suriye’deki gelişmeler akıllara dünya savaşları sırasında ve sonrasında yapılan kirli paylaşım pazarlıklarının tekrarı hissi veriyor.
FORMÜL ORTADA
Süreç, Türkiye açısından da çok kritik. Kaos fırtınasından sağlam çıkmak için içeride de güçlü olmak şart. Aslında ülkenin kurucu ilkeleri bunun için formülü vermiş, başka yerde aramaya gerek yok. Anayasanın değiştirilemez ilk üç maddesine bakarsak özetle ne diyor: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.
Atatürk ülkenin kurucu liderliğini yaparken toplumu birleştirecek, ulusal birliği koruyacak, bir anlamda “altın oran” denecek, en iyi yöntemi sağlamış. Bu çerçevede de laiklik ilkesi yaşamsal. Küresel güçlerin din, etnik, mezhepsel kaşımalar üzerinden toplumu kışkırtmalarına karşı demokrasi kalesi. Peki o zaman, bu ilkeye karşı gericilere yol açan zihniyeti nasıl değerlendirmek gerek?..
Ülkenin gündemi zorlu. Ekonomik kriz, muhalefete baskı sürüyor. Hesap verebilirlik, yargının bağımsızlığı, etik değerler, liyakat konusunda durum ortada. Kartalkaya’da onlarca canın yittiği yangın faciasına ilişkin geçen hafta Meclis’te kurulan komisyona ilgili bakanların katılmaması sorunların bir örneği.
Toplumsal şiddetteki karneye gelirsek... Yapılan bir araştırmaya göre geçen yıl Türkiye’de çocuk nüfusa karşı cinayetler dünya ortalamasının yaklaşık iki katı. Yaşlı nüfusa karşı fiziksel şiddet eylemleri ise 3.5 kat...
Geçen haftadan bir diğer dikkat çeken haber ise emekçilerin aylardır özelleştirme karşıtı eylem yaptıkları Ankara’daki Çayırhan Termik Santralı ve maden sahalarına ilişkindi. Tepkilere karşın satış yapıldı. İddiaya göre satış bedeli değerinden neredeyse sekiz kat altında!
SURİYE’DE ŞİDDET DÖNGÜSÜ
İktidar ise gündemini “İmralı açılımına” bırakmış halde. “Anayasa değişikliği” de yanında... Terör örgütü PKK’nin “kendini feshedeceği” açıklamalarına karşı Suriye’deki kolu YPG’nin “benle ne alaka” çıkışı da sürecin karmaşık hallerinden. Üstüne bir de Suriye’de cihatçı HTŞ liderliğindeki yönetim güçlerinin, Alevilere yönelik kanlı saldırıları da eklenince alın size yine “böl-parçala-yönet” oyunlarının tekrarı.
İdlib’den yola çıkıp bir anda Şam’da yönetimi ele geçiren HTŞ’ye anında destek veren Ankara’ya o dönem “Nedir bu acele” denmiş, ancak uyarılar sonuçsuz kalmıştı. Şimdi gelinen süreç Suriye’deki kırılganlığı, mezhepsel şiddetin nasıl körüklendiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Suriye’deki iç savaş, şiddet karşısında, Türkiye’de “mezhepçilik” siyasetine soyunanlara, ümmetçi hayaller kuranlara, gericilerle yol yürüyenlere karşı her daim uyanık olmak gerekiyor. Bu nedenle de laiklik ilkesini toplumun içselleştirmesi, koruması daha da önemli hale geliyor.
Ankara’nın gözü, “İmralı süreciyle” eşzamanlı Trump’ın Suriye politikasında. Ama bu son gelişmelerle birlikte Trump’ın ya da başka yabancı güçlerin, YPG’ye işaretle “IŞİD ve ona benzer yapılara karşı müttefiğimiz” yönündeki bildik söylemi sürdürüp sürdürmeyeceği de kritik sorular arasında.
“Öngörülemezlik” kelimesi hepimizin dilinde... Ama siyaset yapmak, iktidar olmak bu öngörülemezlik tablosuna karşı planlama, hazır olma sorumluluğunu da içerir. Türkiye, Ukrayna ve Suriye üzerinden dış güçlerin “havuç-sopa” siyasetinin oyun sahasına girmemelidir.