Siyasi, ekonomik krizdi, şiddet, baskı iklimiydi derken deprem kâbusumuz da bir kez daha kendini kuvvetlice hatırlatıverdi. İktidarda olanlarca yıllardır yapılması gerekip yapılmayanları, alınmayan önlemleri, bedava hayatlar yaşadığımızı yeniden gözümüze soktu. Durdurulmak bir kenara, tersine büyük bir açgözlülük, şakşakçılıkla beslenen yandaş, rantçı, beton zihniyetin toplumu nasıl içten içe çürüttüğünü anımsattı.
Yeraltındaki faylar gibi toplumsal fay hatlarındaki çatlaklar da bir o kadar kaygı verici. Toplumsal kutuplaşmayı kaşımak, demokratik laik hukuk devleti ilkelerini aşındırmak, akıl, bilim, liyakati önemsizleştirmeye çalışmak ülkemizin geleceği için en büyük tehditlerden oysa.
İktidarın, yerel seçimlerden birinci çıkan CHP’ye yönelik baskısı görülmemiş bir tona yükselmiş halde. İBB merkezli, CHP’nin cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu ve çevresine yönelik tartışmalı operasyonlara her geçen gün yenisi ekleniyor. Avukatın avukatı da tutuklananın eşi de dipsiz gözaltı heybesinde. Kuvvetler ayrılığı ilkesinde sınırlar nerede soruları artıyor.
‘KANAL İSTANBUL’ İNADI
CHP’nin yoğun katılımlı Mersin mitinginin olduğu cumartesi günü de yeni bir gözaltı dalgası yaşandı. Gözaltına alınanlar arasında, iktidarın inatla direttiği Kanal İstanbul projesi güzergâhındaki Sazlıdere Barajı havzasında yapılaşmaya karşı çıkan, İSKİ Müdürü Şafak Başa da olmak üzere kritik görevlerdeki İBB bürokratlarının olması dikkat çekiciydi. Ki o Kanal İstanbul projesinin uzmanlarca deprem riski altındaki bölge için intihar olarak değerlendirildiğini vurgulamakta fayda var. Projenin İstanbul’un su, tarım alanları ve ekosistemi için tehlike içerdiği uyarıları görmezden gelinecek gibi değil. Ama iktidar vazgeçmiyor. Neden sorusuna yanıtları yetersiz, bilimsel verilere karşı iknadan uzak.
Projeye yönelik itiraz ve yargı süreçleri devam ederken bölgede yapılaşma hız kesmiyor. Öyle bir pervasızlık yaşanıyor ki Arap ülkelerinde Kanal İstanbul bağlantılı projelerin pazarlandığı reklamların yayınlandığı gündeme yansıyor. Tabii bir de projenin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin geleceğine ilişkin tartışmaları var. Yani çevresel ve ulusal çıkarlar açısından olası riskler diken üstünde olmayı, projenin oldubittiye getirilmeden iktidarı, muhalefeti toplumun tüm kesimleri tarafından sorgulanmasını gerektiriyor.
Geçen hafta Mustafa Çakır ile Sarp Sağkal imzalı haberlerimizden yola çıkarak manşetimiz “Kaynak var icraat yok” yoktu. Haberlerde 1999’daki depremlerin ardından getirilen deprem vergileriyle milyarlarca liranın toplandığı ama buna karşın yine felaketlere karşı hazırlıksız olunduğuna işaret edildi.
Ufuk Sepetci imzalı haberimizde ise İstanbul’da toplanma alanlarının buhar olması hatırlatıldı. TMMOB ve İBB verilerine göre yaklaşık 16 milyonluk nüfuslu megakentte tablomuz şu şekilde: 470 toplanma alanından 77’si duruyor, 133’üne AVM yapıldı. AFAD’a göre 3 bin alan var ancak uzmanlar bunun kâğıt üzerinde olduğu görüşünde.
‘NORMAL DEMOKRASİ’
İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından başlayan protestolarda gözaltına alınan öğrencilerin durumu da vicdanları yaralamaya devam ediyor. Ciddi sağlık sorunları bulunan üniversite öğrencisi Esila Ayık halen cezaevinde tutuluyor. Çağdaş Bayraktar imzalı haberimizde bursla Belçika’da eğitim gören ve tatil için geldiği ülkesinde tutuklanan Esila’nın mektubundan şu satırlar dikkat çekiciydi: “Sağlık durumum kötüye gidiyor. Halkımıza emanetiz.”
Bu arada kültürel mirası koruma konusunda da sorunlar büyüyor. Öznur Oğraş Çolak imzalı haberimizde, İzmir Aliağa’da Nemrut Körfezi’nde bulunan Kyme antik kentinin çevresinde sanayileşmeye dikkat çekildi. Bölgenin arkeolojik niteliğinin üçüncü dereceye düşürüldüğü, bu sit alanına fabrika tesisinin kurulma çalışmasının başlatıldığı aktarıldı.
Kadınların nasıl doğum yapacaklarına yönelik iktidarın, “Ben bilirim” diretmesi de tepkilerin merkezinde. Damla Polat imzalı haberimizde kadınların geçen hafta yaptıkları eylemdeki pankartları yaşananlara karşı güçlü bir mesaj içeriyordu: “Doğal olan kadınların kararına karışmamak. Doğal olan normal demokrasi.”