Olaylar Ve Görüşler

Siyasi Partilerin Kapatılması - AV. Hüsamettin KOCAOĞLU

08 Mart 2021 Pazartesi

Fransız hukukçu Vedel “Demokrasi, siyasi partiler olmaksızın yaşayamaz ancak siyasi partiler yüzünden son bulabilir” sözüyle, siyasi partilerin hem demokrasinin yaşaması ve gelişmesi için en etkili araç ve hem de demokrasinin en tehlikeli düşmanı olduklarını dile getirmiştir. Bu bağlamda demokrasilerin olmazsa olmazı olarak kabul edilen siyasi partilerin kapatılması hususu Türk siyasi yaşamının gündemini sıkça meşgul eden, zaman zaman tartışmalara yol açan ve sert söylemlerle dile getirilen bir konudur.

Ülkemizde, başta Anayasa olmak üzere pozitif hukukun tanıdığı ve koşullarını düzenlediği ilkeler çerçevesinde kurulan siyasi partiler, demokrasinin varlığı için zorunlu unsurlar olarak görülmüş olmakla birlikte, siyasi partilerin demokratik siyasi rejimi ortadan kaldırmak amacını gütmesi ve bu amacı gerçekleştirmek için eylemlerde bulunmaları halinde kapatılmasının hukuk devleti ilkesi ve demokrasi adına gerekli olduğu da kabul edilmiş bulunmaktadır.

AVRUPA'DA ORTAK BİR DÜZENLEME YOK

Türkiye’deki durum böyleyken Avrupa ülkelerinde siyasi partilerin kapatılmaları ile ilgili olarak ortak bir düzenleme bulunmamaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde bu konuda hiç yasal düzenleme bulunmamasına rağmen, bazılarında ise içerikleri ve ölçütleri birbirinden biraz farklı olmakla beraber siyasi partilerin kapatılmalarına olanak sağlayan hukuki düzenlemeler mevcuttur.

Ancak Avrupa ülkelerinde siyasi partilerin kapatılması konusundaki ortak anlayış, demokratik siyasal sistemin işleyişinin temel parçalarından birisi siyasi partilerin yasaklanmaması ve kapatılmamasıdır. Bu anlamda siyasi partilerin yasaklanmaması ve kapatılmaması Avrupa ülkelerinde ortak demokratik bir miras gibidir.

Avrupa ülkelerindeki bu anlayış doğrultusunda AİHM uygulamasında da siyasi partilerin kapatılabilmesi için birbirinden ayrı ve bağımsız iki temel koşulun gerçekleşmesi öngörülmekte olup bunlardan ilki partinin programının gerçekleştirilmesinde demokratik araçların kullanılmaması bir başka ifade ile şiddet kullanılması veya şiddet kullanımının teşvik edilmesi, ikincisi ise parti programının demokrasinin temel ve evrensel ilkelerine aykırı olmasıdır.

Diğer taraftan Avrupa Konseyi’nin danışmanlığını yapmak üzere kurulan “Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu”nun ya da bilinen adıyla Venedik Komisyonu’nun siyasi partilerin yasaklanması ve kapatılması konusunda esas aldığı ve uyguladığı ilkelerde AİHM’in bu husustaki ilkeleriyle benzerlik taşımaktadır.

TEK MEŞRU ÖLÇÜ

Venedik Komisyonu 2009 yılında gerçekleştirdiği 78. Genel Kurul Toplantısı sonrasında hazırladığı 489/2008 sayılı “Türkiye’de Siyasi Partilerin Yasaklanmasına ilişkin Anayasal ve Yasal Hükümlere Dair Görüşü”nde şiddet tehdidini, kullanımını veya teşvikini siyasi partilerin kapatılmasında ve yasaklanmasında tek meşru ölçü olarak almıştır.

Komisyona göre siyasi partilerin kapatılması ancak siyasi partilerin antidemokratik ve totaliter amaçlarla özgürlükçü demokratik düzeni yok etmeye yönelmiş olmaları, bu doğrultuda şiddet kullanılmasını savunmaları ya da şiddeti politik araç olarak kullanmaları, bu yönde ciddi bir tehlike oluşturmaları, tehlikenin daha hafif önlemlerle giderilmesinin mümkün olmaması hallerinde kabul edilebilir bir yaptırımdır.

Venedik Komisyonu bu görüşünde Türkiye’deki siyasi parti kapatma kurallarının gerek maddi ve gerekse usul açısından değiştirilerek Avrupa standartları ile uyumlu hale getirilmesi gerektiğini, bunun da Anayasa’nın konuya ilişkin düzenlemelerinde yapılacak kısmi veya geniş kapsamlı bir anayasa reformu ile sağlanabileceğini belirtmektedir.

Tüm bu görüş ve uygulamalar bir yana ülkemizde siyasi partiler, 1961’den önce dernekler ile aynı hukuki statüde değerlendirilmiş,  kapatılmaları ise Milli Güvenlik Konseyi kararı gibi idari kararlarla veya Sulh Ceza Mahkemesi kararı gibi sıradan yargı kararlarıyla gerçekleştirilmiştir.

İlk olarak 1961 Anayasasıyla birlikte güvenceye kavuşan siyasi partilerin kuruluş, faaliyet ve kapatılmalarına dair esaslar 1982 Anayasası ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası ile kapsamlı olarak düzenlenmiştir.

-Siyasi partilerin kapatılması istemiyle açılacak davaları herkes açabilir mi? Bu davalarda görevli makam neresidir ve dava nerede açılır, karar nasıl tesis olunur?

Yasalara baktığımız zaman bu davalar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından Anayasa Mahkemesi’nde açılabilir ve bu da üç şekilde olabilecektir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir siyasi partinin kapatılması davası açılması;

a.Res’en,

b.Bakanlar Kurulu kararı üzerine Adalet Bakanının istemiyle,

c.Bir siyasi partinin istemi üzerine olabilir.

2018'DE DEĞİŞTİ

Görüldüğü üzere Siyasi Partiler Yasasında yer alan bu hüküm Devlet Yönetiminin geçirdiği evrime paralel olarak güncellenmemiş ve bugün artık hukuken varlığını yitirmiş olan Bakanlar Kurulu madde metninde halen varlığını sürdürmektedir. Oysa 2018 yılındaki tarihi değişimle birlikte Türkiye’de resmen ve tamamen yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemiyle Başbakanlık makamı ve Bakanlar Kurulu yapısı yok oldu. Başbakanın yürütmenin başı olma unvanı Cumhurbaşkanına geçti. Böylece Cumhurbaşkanının hem hükümet hem de Devlet Başkanı sıfatına sahip olmasının yanında Bakanlar Kurulunun yerini de Cumhurbaşkanlığı Kabinesi aldı.

Madde metnini içinde bulunduğumuz yeni Devlet Yönetimi kapsamında biz güncellersek, Cumhurbaşkanlığı Kabinesinin başında olan Devlet Başkanının karar verdiği takdirde Adalet Bakanı aracılığıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından herhangi bir siyasi partinin kapatılması için dava açılmasını talep edebileceği sonucuna ulaşıyoruz.

Bu noktada Cumhurbaşkanı sıfatının yanında aynı zamanda bir partinin de genel başkanı olan Devlet Başkanının özellikle tarafsız olmasının gerektiği dikkate alındığında diğer bir partinin kapatılması hakkında karar verebilmesini yorumlarınıza bırakıyorum.

Yine Siyasi Partiler Yasasındaki bu düzenleme gereğince bir siyasi partinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan dava açılmasını isteyebilmesi için bu partinin son milletvekili genel seçimlerine katılmış olması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunması, ilk büyük kongresini yapmış olması, partinin merkez karar ve yönetim kurulunun üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyu ile dava açılmasının istenmesi yolunda karar alınmış bulunması ve istemin parti adına parti genel başkanı tarafından Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazılı olarak yapılmış olması gerekiyor.

RESMİ BAŞVURU YOK

Gerek yazılı basında ve gerekse sosyal medyadaki beyanatlarında ve gerekse Meclis Kürsüsünde, TBMM’de grubu bulunan bazı siyasi parti liderlerinin söylemlerinde bu konudaki taleplerini sıklıkla dile getirdiklerini, kapatılmasını istedikleri siyasi parti için herkesi göreve çağırdıklarını hepimiz biliyoruz, izliyoruz. Ancak ne yazık ki belirttiğimiz parti genel başkanları yasada açıklandığı şekliyle partilerinde karar almak suretiyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak, resmen başvurmuyorlar.

Bu durumda dile getirilip eyleme dökülmeyen bu taleplerde parti genel başkanlarının samimi olmadıklarını, ülkede oluşan konjonktür doğrultusunda nabza göre şerbet verdiklerini düşünmemek elde değil. Zaten Türk siyasi yaşamında geriye dönüp baktığımızda siyasi partilerin kapatma davaları hep Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca açılmıştır.

-Siyasi partiler hakkında kapatma kararı verilebilmesi için hangi nedenlerin gerçekleşmesi gerekir?

Siyasi partilerin kapatma nedenleri Anayasa ve Siyasi Partiler Yasasında üç başlık altında toplanmıştır.

a.Bir siyasi partinin tüzük ve programının Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olması, sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlaması, suç işlenmesini teşvik etmesi halinde,

b.Bir siyasi partinin, Anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin işlendiği, odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespiti halinde,

c.Bir siyasi partinin, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alması halinde Anayasa Mahkemesince kapatma kararı verilebilecektir.

Diğer iki kapatma nedenine göre bir siyasi partinin yasak eylemlerin odağı olduğunun tespitinin çok daha zor olduğu düşüncesinde olan yasa koyucu, 2001 yılında Anayasa’da ve daha sonrada Siyasi Partiler Yasasında yapılan değişiklikle bir partinin suç odağı haline gelmesi açıklıkla tanımlamıştır.

SUÇ ODAĞI ÖLÇÜTÜ DARALTILDI

Yasa koyucu “Bir siyasi parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır” hükmüyle bu ölçütü ayrıntılı bir şekilde tanımlanmış ve suç odağı olma ölçütünü daraltmıştır.

Örneğin bir siyasi partinin üyeleri bazı eylemler icra ediyor, ancak parti organları bunları benimsemiyorsa, parti odak haline gelemeyecektir. Bunun için yasak eylemleri işleyenlerin sayıca fazla olmasının yanı sıra, bu eylemlerine devam etmeleri ve sıklıkla tekrarlamaları gerekmektedir.

-Yine siyasi partilere uygulanabilecek bir başka yaptırım da 2001 yılında Anayasa’da yapılan diğer bir değişiklikle hayata geçmiştir.

Anayasa Mahkemesince temelli kapatma yerine dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasi partinin Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar verilebilecektir. Bu düzenleme uyarınca Anayasa Mahkemesi, hakkında dava açılan siyasi partinin almakta olduğu son yıllık Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına,  yardımın tamamı ödenmişse aynı miktarın Hazineye iadesine karar verebilir.

-Burada üzerinde durmak istediğim bir husus da, hakkında kapatma davası açılan bir siyasi partinin dava açıldıktan sonra kapanma kararı alması halinde ne olacağıdır.

Anayasa Mahkemesi “bir siyasi partinin yetkili organı tarafından kapanma kararı alınmasının parti hakkında açılmış bulunan kapatma davası sonucunda verilen kapatma hükmünün sonucuna etkili olamayacağı” yönünde hüküm içeren Siyasi Partiler Yasası’nın 108. maddesini 2010 yılında iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin iptali “asıl sorumlu olan parti tüzel kişiliğinin hukuki ve fiili varlığı sona erdirilmiş olsa bile açılmış kapatma davasının sürdürülmesine imkan tanıyan kural Anayasa’da güvence altına alınmış siyasi haklara ikincil yaptırımlarla ölçüsüz bir müdahale sonucunu doğurabilecek nitelikte olduğundan hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu” esas ve gerekçesine dayanmaktadır.

Söz konusu hükmün iptalinden bugüne kadar geçen uzun yıllar boyunca yerine yeni bir düzenleme yapılmamıştır. Bu nedenle Siyasi Partiler Yasası’nın 108. maddesinin iptal edildiği 2010 yılı öncesinde kapatma davası sürmekte iken kapanma kararı alan bir siyasi parti hakkında Anayasa Mahkemesi yine de kapatma kararı verebiliyordu. 

Bugün ise anılan hükmün iptali nedeniyle hakkında Anayasa Mahkemesi nezdinde devam eden bir siyasi parti yetkili organları aracılığıyla kapanma kararı alırsa söz konusu davalar konusuz kalmaktadır. Konusuz kalan bu davalarda Yüksek Mahkemece düşme kararı verilmesi gerekecektir.

FİİLEN KAPATILAMAZ

Kanımca siyasi partinin kapanma kararının kapatmaya ilişkin hükmün sonuçlarına etkili olamayacağı şeklindeki hükmün iptali yerinde olmamıştır. Çünkü konuya ilişkin hükümlere bakıldığında hakkında devam eden kapatma davası varken ilgili siyasi parti kapanma kararı alırsa kapatma davası düşeceğinden aynı parti en kısa sürede ve hatta aynı isimle tekrar kurulabilecektir.

Böyle olunca da yasadaki bu boşluk yüzünden aykırı eylemlerin odağı haline geldiği tespit edilen bir siyasi parti hukuki varlığı sona erse bile fiilen kapatılamayacaktır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan bir partinin üyelerinin hiç birinin milletvekilliği sona ermez. Sadece kapatma kararında adları geçen milletvekilleri beş yıl boyunca başka bir partiyle hukuki bir bağ kuramayacaklardır.

Ancak belirttiğimiz tüm bu hususlar bir siyasal partinin, Anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin işlendiği, odak haline geldiğinin görmezden gelinmesi anlamına gelmemelidir. Bilindiği üzere Devlet canlı bir varlık değildir. Devlet, yetkili uygulayıcılarının kararları ve eylemleri ile hayat bulur. Bu nedenle de yetkili makam veya kişilerin Anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin işlendiği, odak haline geldiği düşündükleri siyasi partiler hakkında ellerindeki somut bilgi ve belgelerle birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına başvuru yaparak yasal süreci başlatmaları gerekmektedir.

Böylece siyasi partilerin kapatılması konusu TV’lerin reyting malzemesi olmaktan çıkarak gerçeğin bir başka ifadeyle hukukun konusu olabilecektir.

Sözün özü olarak şunu ifade etmek istiyorum; Demokrasilerde olması gereken siyasi partilerin yargı kararıyla değil halkın desteğini kaybettikleri için kapanmasıdır. Ancak asıl kural bu olmakla birlikte demokratik rejimi tehdit eden eylemler geliştiren, program ve projelerinde demokratik olmayan araçlardan yararlanan, bu amaçla şiddet kullanan ya da şiddet kullanılmasından yana olan siyasi partilerin kapatılması veya faaliyetlerinin yasaklanmasının gerektiği, hem Venedik Komisyonu kriterleri ile hem de AİHM’in istikrarlı uygulamaları ile kabul edilmiş hukuki yol ve yöntemdir.

Bu bağlamda insan hakları eylem planlarının ve yeni Anayasa söylemlerinin ülke gündemini oluşturduğu bugünlerde, Türkiye’de siyasi partilerin kapatılması konusundaki esas, kural ve gerekçelerin yeniden gözden geçirilerek, siyasetin demokratik biçimde işlemesi için gereken değişiklik ve yeniliklerin hayata geçirilmesinin uygun olacağı inancındayım.

AV. HÜSAMETTİN KOCAOĞLU



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları