Bir devi daha uğurladık. Karşılaştığınızda o gülüşüyle yüreğinizdeki bütün bulutları dağıtan dostu. Kâmran Yüce’yle, Pekcan Koşar’la, Emrullah’la tiyatronun kulisinde “duk” oynarken küçücük loş odaya ışıklar saçan sevgili Müşfik Kenter’i.
\nÖğrencilik yıllarımda Devlet Tiyatrosu’nda ablası Yıldız’la Çöl Faresi’nde oynarken seyretmiştim onu. İkisinin de oyunundan büyülenmiştim. Biri çıkıp da ileride onunla değil dost olacağımı, çevirilerimi oynayacağını bile söylese inanamazdım. O kadar ulaşılmaz gelmişti bana.
\nAma iki kardeşi de yakından tanıma olanağını buldum. Sahnede ne kadar erişilmezlerse, özel yaşamlarında o kadar yakındılar.
\nVan Gogh, Sevmek İsterdim Babamı, Üç Kızkardeş, Noel Baba’yı Kim Öldürdü gibi çevirilerimi oynadı Müşfik. Hiçbirini unutamam. Hele sonuncuyu hiç unutamam.
\n***
\nTiyatronun sorumluluğunu yüklendiği yıldı. Noel Baba’yı Kim Öldürdü’yü sahneye koymaya karar verdi. Çevirisini ben yapacaktım. “Yarın provalara başlıyoruz” dedi.
\n“Nasıl olur?” dedim. “Çeviriye başlamadım bile.”
\n“Yaparsın, yaparsın” dedi. Tiyatrodaki odasına kapattı beni. “Çeviriyi bitirmeden çıkmak yok.” Kapıyı kilitledi.
\nÖnümde Erika daktilom, başladım çalışmaya. Emrullah arada bir çay getiriyor. Ben can havliyle didiniyorum. Gece yarısı oldu, kapı açıldı. “Bugünlük yeter. Yarın sabah erken gel.”
\nErtesi gün 10’da tiyatrodayım. Oyuncular da gelmiş. Yine kapatıldım odaya. Çay üstüne çay, sigara üstüne sigara… Üç-beş sayfa çevirince Emrullah geliyor, biten bölümleri alıp yukarıya, sahneye götürüyor, provaya yetiştiriyor.
\nDört günde bitirdim çeviriyi. Noktayı koyunca fırladım odadan. “Müşfik” dedim, “bana bir de tek perdelik oyun ver. Hızımı aldım. Bari onu da çıkarayım aradan.”
\n***
\nSanatçılığı konusunda ne söylenebilir?.. Batı’da yaşasaydı oyunculuk dalında ne kadar ödül varsa hepsini toplamıştı. Hangi oyunundan söz edeyim?.. Hele bir Hamlet oynamıştı, unutmam mümkün değil. Kimlerden, kimlerden seyrettim Hamlet’i… Laurence Olivier’den, Maurice Evans’dan Kenneth Branagh’a kadar… Abartmadan söylüyorum, hiçbiri Müşfik’in eline su dökemezdi.
\n***
\nNice anılarım var Müşfik’le ilgili. Bu köşe değil, bu gazete yetmez. En iyisi bir maç anısını aktarıp gülümseyerek anayım onu.
\nBir öğleden sonra tiyatroda oturmuş çene çalıyorduk. Müşfik’le Pekcan’ın canı maça gitmek istedi. Galatasaray oynuyordu Ali Sami Yen’de. “Yürüyün” dedim. “Bilet nereden bulacağız?” dedi Pekcan. “Siz karışmayın orasına” dedim.
\nAtladık arabaya, doğru Mecidiyeköy.
\nL Tribünü’nün kapısında duran Ejder Bey’i tanıyordum. Bir selam, içeri aldı bizi. Oturduk. Müşfik’in gözü yandaki Şeref Tribünü’ne ilişti. “Yahu” dedi, “orası daha güzelmiş.”
\nŞımarıklık işte. “Gelin” dedim, “oraya gidelim.” L Tribünü’nden çıktık. Şeref Tribünü’nün kapısındaki görevli, “Ooo, buyrun Müşfik Bey, buyrun Pekcan Bey” dedi, içeri buyur etti bizi.
\nKoltuklarımıza kurulunca, Müşfik, “Kim bu adam?” dedi. “Bizi tanıyor.”
\nBaşladım gülmeye.
\nAdam, Kent Oyuncuları’nın kapısında da görevliydi çünkü. Müşfik, kendi tiyatrolarındaki belediye memurunu tanımamıştı. Haksız da sayılmazdı. Tiyatroya girip çıkarken arkadaki kulis kapısını kullanıyorlardı çünkü, adamla hiç karşılaşmamıştı ki.
\n***
\nMüşfik profesyonel olarak 1955’te adım atmış sahneye. 57 yıl önce. Bu 57 yıl boyunca hiç bırakmadı oyunculuğu. Düşünürken bile ürperiyorum. Değil tiyatro oyunculuğunu, 57 yıl boyunca tiyatro seyirciliğini bile sürdürebilen kaç kişi var acaba?
\n\n