Aziz Nesin duymasın!
Zeynep Miraç
Son Köşe Yazıları

Aziz Nesin duymasın!

20.12.2015 06:00
Güncellenme:
Takip Et:

Bundan tam 100 yıl önce bugün doğdu Aziz Nesin. İstanbul’da, Heybeliada’da, Mehmet Nusret adıyla.

Kadiri şeyhi bir babanın oğlu olarak...

Hayatının ileriki yıllarında mücadele edeceği din ve askerlik çocukluğunun tuğlalarıydı. Bir Kadiri şeyhi olan babasından ve tekke mensubu amcasından din bilgisi öğrendi. 12-13 yaşlarına kadar namaz kılar, oruç tutardı. Darüşşafaka’da namaz kılmanın zorunlu olduğunu, Heybeliada’da ezan okuduğunu anlatacaktı bir söyleşisinde. Sesi çirkindi ama başka kimse de yoktu ezan okuyacak. Hayali ya ressam olmaktı, ya yazar ya da tiyatrocu. İlk romanını bitirdiğinde henüz ortaokul 1. sınıftaydı, ertesi yıl ilk oyunuyla yarışmaya katıldı.

Liseyi askeri okulda, Kuleli’de okudu. 1937’de Ankara’da Harp Okulu’nu bitirdiğinde artık astteğmendi.

Bir Osmanlı tebaası olarak başlayan hayatı, taze Cumhuriyet’in yurttaşı olarak devam ediyordu. 2. Dünya Savaşı sırasında iki yıl Trakya’da çadırlı ordugâhta görev yaptıktan sonra 1942’de Erzurum Müstahkem Mevkii İstihkam Taburu Bölük Komutanlığı’na atandı. Ancak yaralandı ve görevi değişti. Büyük Erzincan depreminde yıkılan ordu cephaneliğini boşaltacaktı. 1944’te ise Zonguldak’ta, uçaksavar top mevzilerinin yapımında çalışıyordu.

 

General olacaktı

Savaş bittiğinde bir soruşturma sonucunda ordudan atılmasaydı, askeri tarihin sıradan figürleri arasında yitip gidecekti büyük olasılıkla. Çocukluk hayali de pek çoklarınınki gibi geçmişin silik anıları arasında kalacaktı.

Aklının ve ruhunun başka bir yerde olduğunu yıllar sonra anlatmıştı: “Askeri okul yedinci sınıfında Türkçe öğretmenimiz Bahri Baba derste tiyatro bölümünü anlatırken dalmışım, dalmışım da dalıp gitmişim. Bahri Baba çocuklara; ‘Görürsünüz piyes muharriri olacak’ derken kendime geldim. Suçüstü yakalanışımdan bir utandım ki... Oysa biz o sıralara General olmak için oturmuştuk...”

30 yaş bir eşiktir, kimilerinin takılıp düştüğü kimilerinin yeni kapılardan içeri girdiği bir eşik. Aziz Nesin’in hayatı da 1945 yılında, tam 30. yaşını sürerken tümden değişti.

1995’te Aksiyon dergisine verdiği söyleşide “Benim asıl değişimim otuz yaşlarıma doğru oldu” demişti dinle ilişkisini kastederek, “O zamana kadar edindiğim bilgilerin üzerine Diyanet’in Kuran çevirisini okudum. Tabii düşüncelerim değişti”. Dinle arasına çektiği çizgiyi, askerlikle de çekmişti belli ki.

Karagöz gazetesi, Yedigün dergisinde yazıları çıkıyordu zaten, 1945’te Tan gazetesinde yazmaya başladı. Memleketin, ömrünün geri kalanında karşısına çıkacak o hoyrat tutumu yazarlığının ilk yılında selamladı Aziz Nesin’i. Tan yakıldı...

Bir yıl sonra Sabahattin Ali ile birlikte Marko Paşa’yı çıkaracak, 1947’de ise Bursa’ya sürgün edilip gözaltında tutulacaktı. Tirajı günlük gazeteleri aşan Marko Paşa; Malum Paşa, Yedi Sekiz Hasan Paşa, Hür Marko Paşa, Bizim Paşa, Ali Baba ve Kırk Haramiler’e dönüşe dönüşe “toplatılmadığı” ya da “yazarları hapishanede olmadığı” zamanlarda çıkacaktı.

 

Beynelmilel bir dava

1948’de çıkan kitabı “Azizname”, İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanacak, dört ay tutuklu kalıp aklanacaktı. 1949’da ise bu kez “beynelmilel” bir davanın sanığı oldu. İngiltere Prensesi Elizabeth, İran Şahı Rıza Pehlevi ve Mısır Kralı Faruk, Ankara’daki elçilikleri aracılığıyla bir yazısında kendilerini aşağıladığı iddiasıyla aleyhine dava açtılar. Aziz Nesin altı ay hapse mahkûm edildi.

Tek başına olsa yine iyi de, bir de aile geçindiriyordu bu koşullarda. 1952’de Levent’te kitapçı, ertesi yıl Beyoğlu’nda fotoğraf stüdyosu açtı.

Meşum 6-7 Eylül’e burada rastladı. Hükümet olaylardan “sorumlu” olanları tutuklarken araya yazar, şair, çevirmenleri de katmıştı. Kemal Tahir ile Aziz Nesin de katıldılar bu kervana. “1955’te, Harbiye’deki askeri cezaevinin daracık hücresinde Kemal Tahir’le birlikteydik” diye anlatıyordu; “Bu dar hücreye, yatarken ikimiz birden sığışamadığımızdan, geceleri yere benim başım onun ayaklarına, onun ayakları benim başıma gelmek üzere, birbirimize ters uzanırdık... Hapisteyken asılacağımızı söylediklerinde gülmüştük. ‘İlgisi olmayan insanları nasıl asarlar?’ diye. Ama şu kadarını söyleyeyim: O zaman asılsaydık, yağma ve yıkmaları bizim yapmadığımıza kimse inanmazdı”.

Bütün hayatı böyle geçecekti aslında. Suçsuzluğunu kanıtlamakla... Ne de olsa Türkiye’de muhalif bir yazar olmak bunu gerektirir!

Oysa aynı anda, başka bir coğrafyada ödüllendiriliyordu yazdıkları. İtalya’da yapılan uluslararası gülmece yarışmasında birincilik ödülü olan Altın Palmiye’yi 1956’da “Kazan Töreni”, 1957’de “Fil Hamdi” adlı öyküsüyle kazandı. Türkiye’de aldığı karşılık ise sahibi olduğu Düşün Yayınevi’nin bilinmeyen bir nedenle yanmasıydı...

 

Kendi şiirlerini yaktı

Deliler gibi çalışıyor, yazıyor, ailesini geçindirebilmek için çabalıyor, bir yandan da ülkenin demokratikleşmesi için uğraşıp duruyordu. Gülmeceyi kendisinin seçmediğini, gülmecenin onu seçtiğini anlattı hep. Anlatmak istedikleri için en etkili yol buydu.

Oysa şiirle başlamıştı yazmaya, en başarısız olduğu türle...

“Yıl 1956. İlhan Selçuk’un bir matbaası vardı. İlk şiir kitabımı onun matbaasında bastırdım: Adı Bir Dakika’ydı. Kitap basıldıktan sonra şiirleri yeniden okudum ve beğenmedim. O zamanki yayınevimin bahçesine 5000 kitabı yığdım ve ateşe verdim. İlk yıllardaki şiirlerim taklitti. Bazılarında Faruk Nafiz, bazılarında Nâzım Hikmet havası vardı.”

Oral Çalışlar’a bu itirafta bulunurken, Nâzım Hikmet’in de ona “Yazıların çok güzel, yazmaya devam et, ama böyle şiir yazma” dediğini de aktarmıştı.

“Balığın baştan koktuğu, işlerin baştan kara gittiği” sözleriyle tarif ettiği memlekette kendi kötü dizelerine dahi tahammülü yoktu.

Belki de bu vasata tahammülsüzlüktü ona “Bu ülkenin yüzde 60’ı aptaldır” dedirten...

Müjdat Gezen bu sözün pek de doğru anlaşılmadığını, tam 82 Anayasası referandumundan sonra sarf edildiğini aktardı. Nesin’e “Neden böyle söyledin?” diye sorunca ‘Evladım, yüzde 92 diyecektim ama dilim varmadı” diye cevapladığını...

Gelin görün ki o söz orada kalmadı, kendisinin geri kalan yüzde 40 içinde yer aldığından emin olanlar dillerine pelesenk ettiler. Ve geride boyunu aşmış sayıda kitap, binlerce yazı bırakan Aziz Nesin’i bir cümleye indirgeyiverdiler. Yüzde 60 ile kendisinin kastedildiğine inananlar da Aziz Nesin’e saldırmaya devam etiler.

12 Eylül, bitmeyen demokrasi mücadelesinin en geniş cephesiydi.

 

‘Ne yapayım böyle aydını?’

“Yaşam hakkı ve insanca yaşama, örgütlü ve toplumsal var olmanın çağımızda hiçbir gerekçe ile ortadan kaldırılamayacak baş amacıdır; doğal ve kutsal bir haktır. Bu hakkın anlam kazanması, düşünceyi özgürce açıklamaya, geliştirmeye ve etrafında örgütlenmeye bağlıdır”...

Böyle başlıyordu 1984’te kaleme aldığı Aydınlar Dilekçesi. 1383 aydın imzaladı, Sıkıyönetim onları vatan haini ilan edip ifadeye çağırınca kimileri “Yazılanlardan haberim yoktu”, “Okumadan imzaladım” dediler...

Kenan Evren’in dilekçede yazılanlara cevabı ilginçti:

“Biz çok aydın gördük, vatan hainliği yaptılar. Son Padişah Vahdettin aydındır. Ama memleketi düşmanlara teslim etti. Ben ne yapayım öyle aydını?”

Aziz Nesin tepkisini geciktirmedi: “Bu dilekçeyi imzalayanlar arasında salt ulusal düzeyde değil uluslararası düzeyde sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, bilimciler, hukukçular, eski bakanlar vardır. Bunlar aydın değillerse, Türkiye’de Aydın ilinden başka aydın kalmaz.”

Kenan Evren kendisini savunmak konusunda kararlıydı: “Türkiye’de işkence ve fikir suçu yoktur”, “Kimin ağzına kilit vurmuşuz. Fikirler serbestçe söylenmiyor mu?”... “Diktatör olsam bu dilekçeyi imzalayamazdınız” demek aklına gelmemişti belli ki.

Evren’e göre “işkence ve fikir suçu olmayan” Türkiye’de, bundan on yıl sonra bir insanlık suçu işlenecek ve sorumluları ceza almayacaklardı.

 

Vicdan kaybı

2 Temmuz 1993, Sivas Pir Sultan Abdal Şenlikleri. Bugünden dönüp bakınca “şenlik” sözcüğü nasıl da acıtıyor insanı. Aziz Nesin’i Pir Sultan Abdal üzerine yaptığı konuşmanın ardından, onun ve diğer davetli yazar, şair, çizerlerin kaldığı Madımak Oteli’nde toplananlar binayı ateşe verdiler. “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu”, Sivas’ta yıkılacak” , “Laiklere ölüm” , “Yaşasın şeriat” sloganları arasında 35 kişi hayatını, koca bir ülke vicdanını kaybetti.

 

Acıyı içinde sürüklemiş

Aziz Nesin yaka paça indirildiği itfaiye merdiveninden yere düşerken onu linç etmeye çalışanların arasından güçlükle kurtuldu.

Sanıklar firar etti, sanık avukatları Refah Partisi ve AK Parti’den milletvekili oldular, dava 2012’de zamanaşımına uğrayınca dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı” olsun dileklerinde bulundu.

Kimileri için duran hayat, çoğunluk için devam etti.

Aziz Nesin hayatına devam eder gibi görünse de, Madımak katliamının ikinci yıldönümünde kalbi durduğunda anladık ki acıyı sürüklemiş içinde.

Şimdi 1973’te kurduğu, yoksun çocuklara yuva sağladığı Nesin Vakfı’nın bahçesinde yatıyor.

Huzurlu mudur acaba? Etrafında koşuşan çocukların sesi yüzünü güldürüyordur elbette, ama ya ülkenin dört bir yanından gelen çığlıklar?

 

‘Böyle gitmeyecek!’

Ömrünü demokrasinin, özgürlüklerinin peşinde mücadele içinde geçiren Aziz Nesin, bugün ülkenin bir bölgesi için “temizlik” sözcüğünün kullanıldığını duysa ne derdi acaba?

Bundan 20 yıl önce Der Spiegel dergisine verdiği söyleşide “Türkiye bir hukuk devleti değildir. Adalet sistemimiz feci durumda. Yüzyıllardır burada baskı ve işkence hüküm sürüyor” diyen biri şaşırır mıydı olup bitene?

Şaşırmazdı ve şu sözünü tekrarlardı: “Acı gerçeği anlayarak bilincine vararak haykırmalıyız: ‘Böyle gelmiş ama böyle gitmeyecek!’”

Yazarın Son Yazıları

Türkiye'ye yeniden inanmak için umut Nesin gibilerle var!

Patlayan bombaların, kaybedilen canların, ambargo konan özgürlüklerin arasında bir umut varsa eğer; Ali Nesin gibiler sayesinde var.

Devamını Oku
02.07.2016
Kendine müslüman

Türkiye’nin turnusol kâğıdı

Devamını Oku
25.06.2016
Üç başbakan çıkaran okul

Üç başbakan çıkaran okul

Devamını Oku
18.06.2016
Her devrin tuhafı

Her devrin tuhafı

Devamını Oku
12.06.2016
'İyi ki evlendik'

'İyi ki evlendik'

Devamını Oku
05.06.2016
Ne sırlar ne de bıyık kurtardı

Ne sırlar ne de bıyık kurtardı

Devamını Oku
29.05.2016
Havuzun ‘bitanesi’

AKP’nin kurduğu ilk hükümetten geriye kalan tek isim Binali Yıldırım, nihayet partisinin genel başkanlığına ulaştı. Şimdi AKP’nin kurduğu 8. hükümetin başbakanı olmasına bir adım kaldı. Ne demişler, tekkeyi bekleyen çorbayı içer.

Devamını Oku
20.05.2016
Arda nereye koşuyor?

Arda nereye koşuyor?

Devamını Oku
15.05.2016
Uzaklardan bir mektup... Hepiniz paltomdan çıktınız

Uzaklardan bir mektup... Hepiniz paltomdan çıktınız

Devamını Oku
08.05.2016
Sessiz ve sabırlı ip cambazı

Kimileri saygı duysa kimileri hor görse de, Angela Mer kel’in “dünyanın en güçlü kadını” olduğu konusunda hemen herkes hemfikir.

Devamını Oku
01.05.2016
Artık 'liderlik' istiyor

Artık 'liderlik' istiyor

Devamını Oku
24.04.2016
Onlar kovulmayı hiç düşünmediler

Onlar kovulmayı hiç düşünmediler

Devamını Oku
17.04.2016
Harcında siyaset var

Harcında siyaset var

Devamını Oku
10.04.2016
'O ses Türkiye' değil artık!

'O ses Türkiye' değil artık!

Devamını Oku
03.04.2016
Emek dolu üç hayat

Emek dolu üç hayat

Devamını Oku
20.03.2016
'Saray'a bir üçlük

'Saray'a bir üçlük

Devamını Oku
13.03.2016
Ne olacak bu AKM'nin hali?

Ne olacak bu AKM'nin hali?

Devamını Oku
06.03.2016
Kitaplarla dolu bambaşka bir dünyası var

Kitaplarla dolu bambaşka bir dünyası var

Devamını Oku
28.02.2016
CHP'ye karşı CHP'li

CHP'ye karşı CHP'li

Devamını Oku
21.02.2016
Hanedandan Picasso'ya

Hanedandan Picasso'ya

Devamını Oku
14.02.2016
Her şeyin bir fiyatı mı var?

Her şeyin bir fiyatı mı var?

Devamını Oku
07.02.2016
Gürül gürül bir aktör

Gürül gürül bir aktör

Devamını Oku
31.01.2016
'Okuyan' bir gazeteci

'Okuyan' bir gazeteci

Devamını Oku
24.01.2016
Devletle özgür aklın kavgası

Devletle özgür aklın kavgası

Devamını Oku
17.01.2016
Heykeli 'yıkılacak' adam

Heykeli 'yıkılacak' adam

Devamını Oku
10.01.2016
Barışı artık kim çağıracak?

Barışı artık kim çağıracak?

Devamını Oku
27.12.2015
Aziz Nesin duymasın!

Aziz Nesin duymasın!

Devamını Oku
20.12.2015
Artçıları bir türlü bitmeyen hoca

Ordu, silahlı kuvvetler Celal Şengör’ün anahtar sözcükleri...“Ben bir bilim adamından önce bir askerim” diyecek kadar. Lise yıllarında akranları yazarlara, çizerlere hayranken o bir Hitler tutkunuydu.

Devamını Oku
13.12.2015
Tutsak iki kalem

Tutsak iki kalem

Devamını Oku
06.12.2015
Sovyet kimlikli 21. yüzyıl çarı

Sovyet kimlikli 21. yüzyıl çarı

Devamını Oku
29.11.2015
Kimse bilmiyor Devlet nerede?

Kimse bilmiyor Devlet nerede?

Devamını Oku
08.11.2015
Boşver diyemiyor

Boşver diyemiyor

Devamını Oku
01.11.2015
Devrim'den Toros'a araba sevdası

Devrim'den Toros'a araba sevdası

Devamını Oku
25.10.2015
Her şey ondan bekleniyor

Her şey ondan bekleniyor

Devamını Oku
18.10.2015
Yeni Türkiye'nin yeni sembolü

Yeni Türkiye'nin yeni sembolü

Devamını Oku
11.10.2015
Hitler'in bebeği bu badireyi atlatır mı?

Hitler'in bebeği bu badireyi atlatır mı?

Devamını Oku
04.10.2015
Dil acılaşınca akıl sürçer

Dil acılaşınca akıl sürçer

Devamını Oku
26.09.2015
Zekâ ve izan artık buralarda oturmuyor

Gezi Direnişi sosyal medya üslubu açısından da milat oldu. Erdoğan öfkelendi, AKP’liler saldırdı: Twitter, Facebook, Instagram; ortaçağda giyotinlerin kurulduğu meydanlara dönüştü. Gezi Direnişi’ne bir şekilde katılıp sosyal medyadaki linç üzerine en büyük Erdoğan sevdalısı haline dönüşenler de oldu. Gezi’de yenilen gazın hatırı 40 gün sürmüştü...

Devamını Oku
25.09.2015
'Yeni Türkiye' linç seviyor

'Yeni Türkiye' linç seviyor

Devamını Oku
24.09.2015
İmkansızı başardı

Henüz 40’ında bir bilim adamı, Doç. Dr. Mete Atatüre “imkânsız” kabul edileni başardı. Ölçülmez denilen ışık seviyesinin gürültü ölçümünü gerçekleştirdi.

Devamını Oku
13.09.2015