Yıllar önce bir yazı yazmıştım “Vicdanlarımız Meydanlara Çıkmalı!”, diye işte oldu. 1 Mayıs 2019’da meydanlara çıkan vicdanlarımızdı, türkülerimizdi, şimdi yazımı fiil değiştirerek bir kez daha sizlere sunuyorum.
Her zaman yeni bir başlangıç vardır, Siirt gibi küçücük ve devletin ve cümle ahalinin uçan kuştan haberi olduğu bir ilimizde iki yıl süren, ilkokul çağındaki küçük kızların fuhuşa zorlanmalarını yüreği kaldıramayanlar, “ne olacak canım terörist olacaklarına fuhuş yapsınlar daha iyi,” diyen kamu görevlileri tarafından yönetilmek canına yetenler, bir yandan itibarlı esnaf, itibarlı memur olarak ortalıkta poz kesen ama küçücük kızlara üç ya da beş kuruş karşılığı, şeytana uyduklarını söyleyen, gerçek şeytanlardan daral getirenler, hak yemenin ve çocuk tacizinin en kötü suç olduğunu söyleyen, Kuran’a el basıp arka tarafta fuhuş parasını bile tam ödemeyen sahte dinciler nedeniyle dinden soğuyanlar, yedi askerin öldüğü mayın patlamasını gizleyen bir askeri örgütü artık inandırıcı bulmayanlar, adalete bit kadar güveni kalmayanlar, canından, tırnağından artırıp bilgisayar mühendisi yaptığı oğlunun, işsizlikten majör depresyona girmesiyle kendini kahredenler, çocuğu hastanede açlıktan bayılan babanın hastane damına çıkıp intihar ettiğini öğrendiklerinde elinden bir şey gelmediği için kahrolanlar, beş yılda altı bin çocuğun fuhuş ve organ mafyasının elinde umutsuz bir hayata ya da ölüme terk edildiğinin nasıl bir dehşet olduğunu kavrayanlar, çocuk pornosunda ilk beş dünya kenti içinde ilk üçün bizim kentlerimiz olduğunu bilenler ve bundan utananlar, her gün işe atılma tehlikesiyle gidip, “oh bugün atılmadım,” diye derin bir soluk alıp gökyüzüne bakmak canına yetenler, ölüm oruçlarında çocukları ölen ya da asla iyileşmeyen, insanı bir çocuktan beter kılan Korsakof hastalığından muzdarip olan yakınlarını görmemek için artık yol değiştirmek ağrına gidenler, birdenbire kentte kaybolan tinerci çocukların nereye götürüldüklerini merak edenler, ensest ilişkilerinin üstü örtüldüğü için içinden “artık yeter,” diye haykırmak isteyenler, dayak yemiş bir kadını kucaklamanın onu teselli etmeye yetmediğinin ayırdına varanlar, töre töre diye haykıran ama aslında hepsinde erkek egemen bir feodal yapının sorumlu olduğu genç kadın ölümlerinden umutsuzca örselenenler, baba parasıyla alınmış arabalarını her yer benim ahlakıyla kullanan bu nedenle otobüs duraklarına dalıp iş yorgunu annelerin, okul çıkışı öğrencilerin ölmelerine neden olanların, ertesi gün serbest bırakılmaları karşısında içi kıyılanlar, eski şarkıları, aşkları özleyenler, hayatında anı biriktirmek gibi muhteşem bir yeteneği olanlar, kanlı 1 Mayıs’ta kızını yitirmiş ve aklı dengesi bozulmuş çok yaşlı bir adama rastlamak ve onun elini tutmak isteyenler, içinden Tuzla tersanelerinde ölen işçilere bir ağıt yakmak geçenler, biri bir dağda, öteki, öteki dağda ölüm korkusuyla bekleyen gencecik insanlarının artık ölüm korkusunu hissetmemelerini, sevdiklerine kavuşmalarını yürekten dileyenler, Tekel işçilerine sıkılan o korkunç biber gazının tadını bir yerlerden anımsayanlar, her yurtdışı seyahatten döndüklerinde, böylesine güzel, böylesine güneşli, böylesine dost, böylesine yüzlerce uygarlığın geçtiği topraklarda yaşadığı için şükredenler ve ardından bunların dünya milletleri tarafından bilinmemesi nedeniyle kahrolanlar, bir zamanlar kendine yetebilen toprakları zengin bir ülkeyken, ithal tohum alan bir ülke durumuna düşmek, haşhaşın, buğdayın, ay çiçeğinin ve daha pek çok ürünü ekmeleri yasaklandığı için oğluna, kızına düğün yapamadıkları için başı eğik gezenler, sulardaki zehirli atıklardan ötürü guguk kuşları azalıp çam iğne haşeresinin çamlarımızı öldürmeye başladığından içinden “durun, durun,” diye haykıranlar, onları tek tek torbalara toplamak isteyenler, aklına su altında kalan uygarlıkları kurtarmak için gönüllü yazılmak düşenler, kısaca hayatı, aşkı, neşeyi ve çocukları sevenler 1 Mayıs 2019’da meydanları doldurdular, korku bizim uzağımızda durdu ve şaşkınlıkla baktı, bu ülkede her an yeni bir başlangıç olabilir.
Vicdanlarımız ve türkülerimiz meydanlardaydı!
Yazarın Son Yazıları
Sevgili okurlarım, yıllar önce İspanya’nın Endülüs bölgesinde dolanırken nereden aklıma düştüyse yolda gördüğüm Çağlar Boyu İşkence Aletleri Müzesi’ne girivermiştim.
Sevgili okurlarım gerçekten bıktım, neden mi?
Sevgili okurlarım bir an kendimi bir reklam şirketinde çalışırken buldum.
Geçtiğimiz hafta, uzun zamandır siyasal ve ekonomik belirsizlik, biri biterken öteki başlayan savaşlar ve giderek şiddetini artıran emek sömürüsü karşısında umutsuzluğa kapılan dünya halkları, uzun zamandır egemen güçler tarafından özellikle unutturulan bir sözcüğü yeniden anımsadı: “Sosyalizm!”
Sevgili okurlarım tarih bize, ülkelerin çökmesine en çok yardım edenlerin kraldan çok kralcılar olduğunu gösterir.
Sevgili okurlarım ülkemin içinde bulunduğu belirsizlik durumu, giderek çoğalan çocuk çetelerinden söz etmek, öldürülen yoldaşların ardından ağıt yakmak, her gün bir kadın cinayetiyle yüz yüze gelmek beni hiç olmadığım kadar umutsuzluğa sürükledi.
Sevgili okurlarım bu hafta bir vatanseveri, bir doğa koruyucusunu, işi sadece gerçekleri belgelemek olan bir güzel insanı Hakan Tosun’u toprağa verdik.
Bir avukat İstanbul’da kalabalık bir caddede, ofisi önünde maskeli kişiler tarafından Kalaşnikoflarla taranarak öldürülüyor.
Sevgili okurlarım insanın tüylerini ürperten. “Bu kadar da olmaz” dedirten bir fotoğrafa bakıp duruyorum.
Sevgili okurlarım hepiniz benim Adana sevgimi bilirsiniz.
Onun hiçbir şeyden haberi yoktu.
Sevgili okurlarım şimdi gelin İtalya’nın Roma kentinde vahşet resimlerinin sergilendiği bir müzeye girelim.
Sevgili okurlarım bugüne kadar hiçbir kitap beni böylesine acıtmamıştı.
Sevgili okurlarım, sivil itaatsizlik özellikle yasalardan, yönetimden hoşnut olmayanların başvurduğu bir eylemdir.
Sevgili okurlarım bugün yazıma Leonard Cohen’in “Herkes biliyor geminin su aldığını./ Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini./ Ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu” şiiriyle başlayayım dedim, herkes biliyor da ben neden böyle doktorun az önce biyopsi yaptığı bir hasta gibi endişeyle bekliyorum.
Sevgili okurlarım iyice kafa sersemi olduk.
Sevgili okurlarım bu yaz kendimi büyük bir açık hava tiyatrosunda oyun izliyor gibi hissediyorum.
Sevgili okurlarım bir hafta önce ülkemizde her yer yanıyordu.
Sevgili okurlarım başlık benim değil, sosyal medyada gördüm, sahibini aradım, bulamadım ama bu başlığa vuruldum.
Sevgili okurlarım bu hafta yazar Pınar Kür’ü sonsuza uğurladık.
Sevgili okurlarım ne yazık ki kavşağa geldik arabayı ya uçurumdan aşağı süreceğiz ya da hepimiz yepyeni sorular sormaya, çözümler bulmaya çalışacağız.
Başlığım kimseyi şaşırtmadı değil mi? Evet, bu canım ülkede yepyeni bir savaş deneniyor.
Sevgili okurlarım şimdilik füzelerle, insansız uçaklarla yapılan savaş bitmiş görünüyor, doğrusu ben bittiğine hiç inanmıyorum. Bir yerlerde gene füzeler uçacak, çocuklar ölecek, ölüyor da. Şimdi gelelim bizdeki asıl savaşa. Evet dostlarım ülkemizin zeytinliklerimizi bitirme savaşı bu.
Sevgili okurlarım meğer bizim bu kadim ülkemizde ne kadar çok savaş uzmanı varmış.
Sevgili okurlarım, epey bir zamandır yaklaşık 20 yıldır bu köşede neredeyse aynı sorunları yazmaktan bıktım.
Sevgili okurlarım gene bir bayram günü, üstelik pazar. Açık konuşmayı severim bilirsiniz öyleyse açık konuşayım ben bu bayramı hiç sevmem.
Sevgili okurlarım bir kentten başka bir kente taşınmak ne kadar zormuş.
Sevgili okurlarım 50 yıldır yaşadığım İstanbul’u bırakıp Kocaeli’nin Değirmendere Mahallesi’ne taşınıyorum.
Sevgili okurlarım 25 yıllık hayat ve iş arkadaşım, kızım Dünya’nın babası cebinde şiirlerle dolaşan tüm hayatı boyunca devrime inanan film yönetmeni Ali Özgentürk’ü sonsuzluğa uğurladık.
Yurdumuz yeniden bizim olmalı!
24. yılını kutlayan Afyonkarahisar Klasik Müzik Festival
Unutma deprem geliyorum der ve gelir!
Analar babalar, çocuklarımıza kıyıyorlar!
Bak şu işe ben şu küçücük Yunanistan’ı kıskanıyorum!
Boykotun sessiz çığlığı
Plastik mermi, cop, tazyikli su ve bitmeyen tutuklamalar
Hep birlikte haykırıyoruz: ‘O gün bugündür!’
Cihatçılar Alevileri ve muhalifleri öldürürken...
Ah ne çok öldük!
Ne oldu barış mı gelecek?