Sevgili okurlarım bugüne kadar hiçbir kitap beni böylesine acıtmamıştı. Zaman zaman dayanamayıp kitabı kendimden uzaklaştırdım. Yeniden başlarken yüreğim ağzımdaydı. Kitaptaki acı, öfke, çaresizlik öylesine yoğun, öylesine sarsıcıydı ki, kimi yerde kitabın yazarı Aygün Kevrina gibi bağırarak ağladım, kimi yerde bir hemcinsimin yaşadığı çaresizlik nedeniyle öfkelendim ve sonunda “İyi ki bu kitap yazılmış” diye buruk bir sevinç duydum.
Kitap, Deniz Gezmiş’le Aygün Kevrina’nın 68’li yıllarda yaşadığı bir aşkı, başkaldırıyı, hepimizin üniversitelerin koridorlarında, kantinlerinde, sokaklarda “TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE!” diye haykırdığı zamanları anlatıyor. Ama öylesine sırlar açığa çıkıyor ki, öyle acılar çekilmiş ve yaşanmış ki derin bir iç çekiyorsunuz. Ve kahramanlardan biri gözümüz, ciğerimiz Deniz Gezmiş. Onun parkasını gördüğünde bayılan bir kadın var bu kitapta. Ve benim de aklıma çalışıp parasını biriktiren, aynı parkadan alıp sırtına geçirince sevinçten dellenmiş Karadenizli gencecik bir çocuk düşüyor. Elinde oyuncaklarla Suruç’a gitmişti. Katliamda öldü.
Şimdi derin bir soluk alıp kitaba devam edelim: Kızla oğlan tanışır. Tanışma da tuhaftır. Üniversitenin bahçesinde yaman bir kız, kendinden habersiz çekilen bir fotoğrafını fotoğrafçıdan sert bir sesle ister. Fotoğraf çeken vermek istemez ve birden bir el, fotoğrafçının elinden fotoğrafı alıp kıza uzatır. Fotoğrafı alan uzun boylu, karayağız bir delikanlıdır. Ve aşk başlar. Yıllar sonra bu fotoğraf idam edilen Deniz Gezmiş’in eşyaları arasından bulunur ve yakınları tarafından kıza verilir.
Deniz Gezmiş polisin kendisini takip ettiğini düşünerek bu aşkı gizlemek ister. Aşk Kadıköy Göztepe’deki kızın teyzesinin oturduğu köşkün (bu köşk şimdi Oyuncak Müzesi’dir) çevresinde gelişir. El ele tutuşup güneşin batışını izlerken Deniz durmadan hikâyeler anlatır ve kıza hep “balım” diyerek ülkenin geleceğini nasıl değiştireceklerinden söz eder. Kız Kayseri’de büyümüş bir bürokratın kızıdır, utangaçtır ama yüreklidir de. O sırada üniversite önünde FKF’li (Fikir Kulüpleri Federasyonu) gençlerin yaptığı açlık grevine katılır. Yönetici Veysi Sarısözen kıza özellikle dik dik bakar. Belki de kızla Deniz’in ilişkisinden haberi vardır ve Deniz DEVGENÇ’in lideridir. Aralarında devrimin nasıl yapılacağına dair görüş ayrılıkları vardır. Kız açlık grevinin ikinci günü dışarıdaki çadırdan gelen Deniz’in sesini duyar ama Deniz, kızın yanına gelmez. Kız grev bitiminde sadece süt içmesi gerektiğinden güvenli bir eve götürülür. Kız, evin yan odasından Deniz’in sesini duyar gene o görünmeden kızın uyumasına bekler. Şimdi acılara hazırlıklı olun. Bu ilişki iki yıl sürer ve Deniz, kızı annesinden ister. Bir işe girmiştir, kız da çalışabilir ve birlikte bir yuva kurabilirler, devrimi gerçekleştirmek için her adımında birlikte yürüyebilirler! Aile, kızı vermiştir. İşlemler başlayacaktır ve ansızın kız kendini bir işkencehanede bulur. Sürekli işkence görmektedir. Ve mükemmel Türkçe konuşan bir yabancı ondan Deniz’le ilişkisine devam etmesini, Deniz’in ne tür eylemler yapmak istediğini öğrenmesini ve kendisine iletmesini ister. Kızın mükemmel bir hayatı olacaktır. Kızın tek bir yanıtı vardır: HAYIR!
Genç kız, yazarımız işkenceler nedeniyle günlerce tedavi görmek zorunda kalır, ruhu sanki ölmüştür ve artık onun için ölümle yaşam iç içe geçmiştir. Artık ona “balım” diye seslenen, şefkatle kucaklayan, sürekli korumaya çalışan o deli fişek delikanlıyı görmemek zorundadır. Dostlarım ben burada susuyorum. Bundan sonrasını anlatamam, yazarın dağlara karşı uluyarak ağlamasını, ona seslenmesini, zaman zaman uçurumların eteklerine gitmesini, dalgalı denizde anafora sürüklenmek için yaptığı çabaları ben anlatamam. Hele de Kayseri’de Deniz’i başka bir yere taşımak isteyenler ondan yardım isteyince, kılık değiştirip hamile bir köylü kadını olarak arabada Deniz’le karşılaşmasını ve sessizce taş kesilmesini anlatamam.
Benim de bugünlerde, dağlara çıkıp haykırasım var!