Sevgili okurlarım tarih bize, ülkelerin çökmesine en çok yardım edenlerin kraldan çok kralcılar olduğunu gösterir. Bunlar çocukluk travmalarının intikamını almak, kişisel kıskançlıklarını (aslında sınıfsal kinlerini) göstermek için can atarlar. Külçe altınları kucaklamayı özlemle beklerler. Herhangi bir mevkiye gelmek (bu tuvalet bekçiliği de olabilir, bir holdingin CEO’su da) onlar için acayip bir tutkudur. Bu nedenden kimileri türlü dalavereler çevirip kralın yakın çevresinde olmayı başarırlar. Kralın ruhu bile duymadan kendi kişisel tatminlerine ulaşabilmek için her türlü aşağılık işi çevirirler. Bazıları ülkelerinin zenginliklerine göz diken başka ülkelerin çıkarları için çalışırlar, bazıları daha küçük menfaatler uğruna her türlü yasayı çiğner, ceplerini doldururlar. Bazıları da adam öldürmek, evleri ve ormanları yakmak, haraç almak gibi işlerden kendilerini sorumlu tutarlar. Kimileri de üç maymunu oynamayı tercih ederler.
Bütün bunlar olurken kral ne yapıyordur? Kralların çoğu taht tutkularından dolayı ileri yaşlardadır. Çevresindeki kraldan çok kralcı olanlar ona öyle bir mutlu, öyle bir başarılı ülke tablosu sunarlar ki bazı durumlardan şüphelense de “Ne yapıyorlarsa vatan için yapıyorlar” diyerek kendini kandırır ve dünyanın en başarılı kralı olduğuna inanır. Ama tüm mutluluk tablolarına rağmen öldürülme korkusu içinde yaşarlar. Bunun için ondan önce yemeğini tadanlar bulunur, saray mutfaklarında her gün denetim yapılır. Çocuklarının kapılarında her gün en az otuz nöbetçi çevreyi kollar. Hatta bazılarının ünlü Kolombiyalı yazar Garcia Marquez’in “Başkan Babamızın Sonbaharı” kitabında anlattığı gibi en az altı dublörleri vardır. Her dublör farklı mekânlarda kralın yerine boy gösterir.
Şimdi ben bunları neden yazdım. Efendim Hacettepe Üniversitesi’nde ellerinde palalar yüzlerinde kar maskeleriyle gelecekleri için, özgürlük için, yoksullar için, adalet için haykıran öğrencilere saldıran kraldan çok kralcıları görünce yazmak zorunda kaldım. Ben en çok ellerinde palalar olanlardan korkarım. Aklıma bir belgeselde izlediğim bir gecede yarım milyon solcunun öldürüldüğü palalı Endonezya katliamı gelir. Hatta belgeselde bir kraldan çok kralcı, 17 kişiyi palayla öldürmüş bir adam, filmini çekenlere palanın nasıl kullanıldığını gösteriyordu. Gözlerinde vahşi bir ışık.
Paladan korkarım dedim ya, hiç unutmam 15 Temmuz 2016 gecesi yakınımdaki camiden sürekli sela okunuyordu ve nereden çıktığını bilmediğim insanlar “Ya Allah Bismillah!” diye bağırıyorlardı. Aklıma gene Endonezya katliamı gelmişti. Çevrede solcu olduğum bilinirdi korkuyla inanılmaz ağır bir dolabı kapıya dayamayı başarmıştım. Ama ertesi gün dolabı bir santim bile kımıldatamadım, kapıcı eve komşunun penceresinden girerek beni kurtardı.
Elleri palalı, yüzleri maskeli gençlerin sürekli polis güçleri tarafından korunan Hacettepe’ye girmesine kim izin verdi, rektörlük mü? Polisler mi? Yoksa farklı bir güç mü? Herkesin malumu ülkemiz hem coğrafi açıdan hem de yerüstü ve yeraltı zenginlikleri nedeniyle emperyalist ülkelerin yıllardır göz diktiği bir ülke. Yıllardır bu ülkeyi parçalara ayırıp her bir parçayı birileri kapmak istiyor. Neredeyse elli yıldır öyle planlı hareket ediyorlar ki biz de şaşıp şaşıp duruyoruz. PKK, Alevi-Sünni çatışmaları boşuna mı yapıldı? Bizim krallara hep akıl verdiler, Menderes döneminde “Bırakın tren yollarını, karayolları yapın” dediler. Ecevit’in buyurdukları tütün yasasına karşı çıktığı ve habersiz Kıbrıs Türklerini korumaya gittiği için belirsizlik için başı epey ağrımıştı. Özal’a emir verdiler her şeyi özelleştirdi. Özellikle İngilizler tıpkı Suriye’de yaptıkları gibi tarikatları desteklediler ve geldi AKP, her şeyi yabancılara sattı. Ülkemizde yabancı olduk. Şimdi de bir iç savaş mı isteniyor, kardeş kardeşi vursun mu isteniyor? Bu palalar boşuna değil.
Bu bizde olmaz diyebilirsiniz ama herkese Avrupa’nın göbeğinde yıllarca süren Yugoslavya savaşını hatırlatırım. Ne oldu o güzel yurt parçalara ayrıldı ve her bir parçasını emperyalist devletler kaptı. Aklımda hep polis tarafından coplanan bir kız öğrencinin sımsıkı tuttuğu bir pankart var, “Polis beyler bize vurmayın içimizde kızınız da olabilir.”
Hamiş: Sevgili okurlarım geçen pazar yazımda imece grubunun değerlendirdiği dört sayfalık kitap listesinin başına bir merhum sözcüğü girmiş. Özür diliyorum.