Sevgili okurlarım artık bu zalim iktidarın neler yaptığını, ülkeyi nasıl yok etmeye çalıştığını geç de olsak öğreniyoruz çünkü artık öylesine fütursuz, öylesine kin kusuyorlar ki hiçbir kötülük onlara yetmiyor, tıpkı bir bağımlı gibi hep daha çok kötülük yapmak istiyorlar. En çok da çocuklarımıza kıyıyorlar.
Başlayalım, bu hafta içinde CHP milletvekili Ali Gökçek Meclis’te anaokulundan başlayarak liselere kadar devletin tüm ülke çocuklarına bir öğün yemek vermesi için bir kanun teklifinde bulundu. Gerekçesi çok açıktı; binlerce öğrenci ne yazık ki içinde sadece kuru ekmek bulunan yemek çantalarıyla okullara gidiyordu, kantinlerde bir tost bir ayran 100 liraydı ve pek çok çocuk bu nedenden okulu terk ediyordu.
Kanun teklifi AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. Kanunu reddeden milletvekilleri “Oh bu günde kötülük dozumuzu aldık” diye pek bir memnundular. Tıpkı geçmiş yıllarda tecavüze uğrayan çocuklar için, “Bir kereden bir şey olmaz”, “Çocuğun da rızası varmış” diyerek kahkahalarla gülen eski AKP milletvekilleri gibi. Üstelik kötülük yaparken hiç düşünmediler, o okula aç giden çocukların çoğunun ana babası kendilerine oy vermişlerdi. Onlara, “Üç çocuk doğurun bakarız” demişlerdi. Doğurdular ama yalakaların ve illegal yollarla zengin olanların çocuklarının dışında 10 milyon çocuğa bir öğün yemeği bile çıkaramayacak iktidarın, artık iktidar olamayacak kadar yozlaştığını da gördüler. Daha da görecekler! Çünkü don nedeniyle bu yaz büyük ihtimalle ithal meyve ve sebze yiyeceğiz. Zaten yiyoruz, eh dolar da Avro da alıp başını gitti.
Bu arada MESEM’in çıraklık eğitimi (1 gün teorik eğitim 4 gün pratik eğitim) sayesinde binlerce çocuğumuz fabrikalarda ucuz işgücü oldu. 15 günde dört çocuğun çalışırken öldüğünü öğreniyoruz ve intiharlar başlıyor. Şırnak’ın Merkez Toptepe köyünden çalışmak için Antalya’ya gelen Yakup Taşar Gazipaşa’daki işyerinde yaşamına son veriyor. Yaş 17. Efendiler çocuklarımıza elbirliğiyle kıyıyorlar.
Şimdi gelelim şu don meselesine, bir zamanlar İspanya’nın Endülüs bölgesinde otobüsteyim, gece yol boyunca üzüm bağları ve binlerce meşale üzüm kütüklerinin yanında sabahtan akşama kadar yanıyor, insanlar ayakta sürekli meşalelere odun taşıyorlar. “Ne oluyor” diye şaşırmıştım meğer don tehlikesi varmış ve meşalelerle üzüm bağlarını koruyorlarmış. Artık iklim değişikliğinden mi tam bilmiyorum, kendini şubat sanan bu nisanda ülkemizin şimdiye dek gördüğü en büyük don olayı yaşandı. Alınacak tedbirler var mıydı, bilmiyorum. Ama şimdi tıpkı bir deprem felaketi gibi don felaketiyle karşı karşıyayız. Devlet buraları afet bölgesi ilan edip çiftçinin zararlarını karşılamak zorunda! Hayal mi görüyorum devlet şimdilerde Hatay’ın Samandağı ilçesinde insanların topulu arazilerine iş makineleri sokmak ve tapuları yakmak peşinde. Neyse ki ülkede geleceğini koyu bir karanlık gibi görüp bu karanlığı aydınlatmaya çalışan gençler ve her daim genç olanlar var.
Neyse sona doğru güzel bir hikâye anlatayım. 17 Nisan Köy Enstitülerinin 85. kuruluş yıldönümüydü. Kuruluş yıldönümünü bu hikâyeyle kutluyorum. Epey olmuş, 2000’lerin başı on yıldır birlikte çalıştığım Kadıköy Film Atölyesi öğrencilerimle birlikte (bize her türlü imkânı sağlayan o zamanların belediye başkanı Selami Öztürk’e teşekkür ederim) Beşikdüzü Köy Enstitüsü mezunu, köyünün okulunu, şadırvanını, kadınlar için çay toplama evini yapan, mezarlığı güzelleştiren ve kendine Fidel Castro diye hitap etmemizi isteyen can hocamız Musa Hoca’nın belgeselini çekiyoruz. Çekim onun da yardımıyla çok iyi gidiyor. Yaşasın 10 gün sonunda “Beşikdüzü’nde Bir Fidel Castro” adında bir belgeselimiz var.
Bu çekimde en çok aklımızda kalan Musa Hoca’nın torpiliyle açtırdığımız Beşikdüzü Öğretmen Okulu’nun marangozluk atölyesinde, hocanın arkadaşları, Beşikdüzü Köy Enstitüsünden mezun artık yaşını başını almış dört güzel insanın çocuk yaşlarda kullandıkları marangoz aletlerine, testerelere sarılıp ağladıkları andır. Onlar hep birlikte Köy Enstitüsü marşını söylemeye başladıklarında da biz bütün çekim ekibi de ağlıyorduk: “Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine/ Milletin her kazancı, milletin kesesine/ Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine/ Toprakla savaş için ziraat cephesine./ Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz/ Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.” Marşın sözleri atölyede çınlarken çok genç olan kameramanımız bana sarılıp şöyle demişti: “Hocam size teşekkür ediyorum. Benim hiç bilmediğim muhteşem bir tarihi bana gösterdiniz.”