Sevgili okurlarım, son yazdıklarıma bir göz gezdirdim. Galiba ben mazoşist oluyorum. Dilovası’ında patlayan parfüm deposunda ölen üçü çocuk yedi kadın işçi, MESEM’in işverenlere kıyağı nedeniyle işyerlerinde ölen çocuk işçiler, havalarda uçuşan ve “sayın Öcalan” sözleriyle başlayan tehditler, her gün şiddetini artıran muhalif tutuklamaları; ansızın işten çıkarılan, tazminatları ödenmeyen işçilerin yalnızlığı, artan akran şiddeti, çocuk çeteleri ve daha pek çok olumsuz durum beni iyice içine çekmiş. “Hop!” dedim, “Bugün iç açıcı bir şeyler yazayım” dedim. Hem okurlarıma hem de bana iyi gelir. Başladım düşünmeye, yok aklıma hiç açıcı bir şey gelmiyor, kuşatılmış durumdayım, böyle bir durum başıma ilk kez geliyor. Olacak gibi değil, en eski yazılarımı karıştırmaya başladım ve 28 Kasım 2021’de yazdığım “Boji’yle dünyayı gezdik” yazısı önüme düştü. Boji’yi anımsadınız değil mi? Hani şu otobüslere, vapurlara binen ve İstanbul’u gezmeye doymayan köpek dostumuz. Şikâyet edilmişti, ben de hepimizin sevgilisi Boji ile, o Matematik Köyü’ne gönderilmeden önce dünyayı yeniden gezmek istemiştim. Devamı şöyle gelmiş:
“Bak Boji” dedim, “Denizi seyretmeyi, metrolara kaçak binip İstanbul’un bir ucundan bir ucuna gitmeyi seviyorsun ama artık bu seni kesmez, gel birlikte bir dünya turuna çıkalım.” Boji dünden razı, gözleri parladı ve hemen yola koyulmak için hazır ol vaziyetine geçti, böylece dünya turumuz başladı.
İlk önce Küba’ya gittik. Sabahın erken saatleri, Boji şen şakrak okul öğrencilerini görünce bir sevinç narası attı. O zaman ben bir açıklama yaptım: “Bak Boji İstanbul’da kaçak ulaşım araçlarına biniyorsun ya, o kadar övünme gördüğün bu öğrenciler ülkelerinde hiçbir ulaşım aracına para vermiyorlar.” Boji bunları duyunca çıldırdı ve sıraya girip ilk kez yasal olarak bir ulaşım aracına bindi.
Araç içinde kimse onu yadırgamadı ve birden öğrencilerden biri bir Latin ezgisine başladı, hayda bütün öğrenciler dans ediyor, Boji bir iki baktı ve bacaklarını kıvıra kıvıra dans etmeye başladı. Bu iş Boji’nin öyle hoşuna gitti ki... Küba’daki ilk gününde öğrenci arabalarına binip durdu.
Akşam Kübalı bir ailenin işlettiği küçük bir lokantaya gittik. “Boji” dedim, “Şimdi sana deniz ürünlerini tattıracağım. Bekle ben ayıklayıp sana vereceğim”. Boji biraz şaşkın, masada uslu uslu oturup benim dev bir ıstakozu ayıklamamı bekledi, ardından ayıklanmış ıstakozu göz açıp kapayıncaya kadar adeta yuttu. Sonra da yüzüme öyle mahzun mahzun baktı ki dayanamayıp bir ıstakoz daha ayıkladım. Çünkü Boji’nin bu yolculukta gücünü hiç yitirmemesi gerek. Hem Küba’da ıstakoz sudan bile ucuz.
Küba’dan yola çıkıp denizden 4 bin 500 metre yüksekteki Bolivya’ya geldik. O kadar yüksekteyiz ki ben alışkınım ama Boji’ye hemen bir oksijen maskesi takıldı ve başladık dağ bayır gezmeye. Ve ünlü Tanganika gölüne geldik. Yüksekliğe alıştığı için Boji’nin maskesini çıkardım ve “Hadi koş bakalım” dedim. Koştu koştu kendi boyundaki iki minik Bolivyalı çocuğun yanında durdu ve zıplamaya başladı, tam anlayamamıştım meğer Bolivyalı çocuklar iki minik Alpaka yavrusunu gezdiriyorlarmış. Alpakalar süt beyaz tüyleri ve gülümseyen dudaklarıyla öyle şirindiler ki bizim Boji onları yalamaya başladı. Bolivyalılar fotoğraf çekilmesini hiç sevmezler, hatta çekeni fena azarlarlar, hatta tükürürler. Ama Alpakaları yalayan Boji, Boji’nin başını okşayan iki Bolivyalı velet öylesine sevimlilerdi ki dayanamadım. Korkarak fotoğraf çektim, o da ne, çevredekilerden hiçbiri beni azarlamadı, yüzüme tükürmedi aksine bizi alkışladılar. Boji o gün burnu havada dolaştı.
“Boji” dedim “Dağ bayır dolaştığımız yeter biraz da çöllere gidelim”. Boji çölü ne bilsin ama yola çıkmıştı ya, şansına ne gelirse. Uçaklara bindik indik Büyük Sahra Çölü’ne geldik. Çöl öylesine uçsuz bucaksızdı ki, Boji ilk anlarda bu uçsuz bucaksızlıktan ürktü. Adımları geri geri gitti. Yapacak bir şey yok. Ben kendimi çölün kumlarına attım, sırt üstü yatıp gökyüzünü seyretmeye başladım. Bir yandan da Boji’ye bakıyorum, kumlarda dikkatlice, neredeyse korkarak yürüyordu; birden kumları yara yara inanılmaz bir koşuya başladı. Çılgın gibiydi, kumların içinde yattı, kalktı, debelendi ve sonunda yorgun argın yanıma gelip sırt üstü yattı ve gökyüzünü seyretmeye başladı. Ufaktan ay çıkmıştı, Boji aya dalıp gitti.
Boji gördükleri ve yaşadıklarından biraz sersemlemişti, en iyisi Tayland’a gidip bir manastırda Tay mesajı yaptırmak diye düşündüm. Ve Uzak doğunun büyülü ülkesi Tayland’a ayak bastık. Hemen ünlü bir manastırın masaj bölümüne gittik. Masalarda sıra sıra insanlar yatıyor ve masaj ustaları bacak, kol kopararak işlerini yapıyorlardı. Boji’yi kimseler yadırgamadı ve ben bir masaya, Boji öteki masaya yattık ve masaj başladı. Boji masajın başında uyumaya başladı, ben bir saat sonra uyandığımda Boji hâlâ horul horul uyuyordu
Eh artık Boji’yle yaptığımız dünya turumuz sona ermeliydi. Boji’de hafiften memleket hasreti başlamıştı. Anlaşılan Boğaz’ı, vapurla geçtiği Marmara’yı özlemişti. Yavaştan ülkeye dönme zamanı gelmişti. Biz de döndük ve Boji koşarak bir vapura bindi, bana da arka ayağını kaldırarak el salladı.