Sevgili okurlarım, sivil itaatsizlik özellikle yasalardan, yönetimden hoşnut olmayanların başvurduğu bir eylemdir. Ve bu günlerde izlediğim filmlerin büyük çoğunluğu kapitalizmin dünyayı getirdiği duruma isyan eden insanların topluca ya da tek tek gerçekleştirdikleri “sivil itaatsizlik” eylemleriyle dolu. Anlaşılan o ki pek çok insan dünyanın kapitalizmin aracılığıyla yok edilmesine karşı bir şeyler yapmak gereğini hissediyor. Yoksa karşıma çıkan her on suç başlıklı filmden yedisi sivil itaatsizlik üstüne olmazdı. Çünkü filmler özellikle de “bağımsız filmler” bize endişelerimizi, içinde bulunduğumuz durumu çok önceden işaret eder.
Anlaşılan o ki insanlar artık bir ortaoyununa dönen demokrasinin bir hal çaresi olmadığının farkındalar. Çünkü dünyaya demokrasi diye yutturulan düzenin sadece ve sadece zenginleri, büyük şirketleri koruduğunun farkındalar, çünkü bunun binlerce örneği var. O zaman yaşasın sivil itaatsizlik!
Bir örnek: Bir Amerikan kenti. İlaç sanayi kentin can damarı. Ve ilaç üretilen büyük tesislerden kent suyuna kanser yapan atıklar akıtılıyor. Ve kentten taşınamayan yoksul insanlar bu suyu mümkün olduğunca az kullanmaya çalışıyorlar, biliyorlar pek çok çocuk öldü, kanser ve diğer hastalıklar kapıda. Tüm protestolara rağmen, senatörleri, milletvekillerini satın alan şirket, atıklarını atmaya devam ediyor. Meğer ben bilmiyormuşum, Amerika’da küçük küçük örgütler oluşmuş, özellikle ilaç ve gıda sektörünü takip eden, birlikte yaşayan, tüketimi en aza indirgemiş genç ya da yaşlı fark etmeyen insanlardan oluşmuş örgütler. Öte yandan bu örgütlerin ne zaman ne yapacağını öğrenmeye çalışan güvenlik şirketleri de sürekli onları takip ediyormuş. Eylemlerini önceden kestirip engellemek için.
Benim tanık olduğum belgeselde sivil itaatsizlerden oluşmuş bir örgüt var. Örgütte bir zamanlar Nijerya’da Sınır Tanımayan Doktorlar örgütünde çalışmış bir doktor var, elleri sürekli titrediği için artık işini yapamıyor çünkü Nijerya’ya orduyla anlaşmalı olarak antibiyotik gönderen bu ilaç şirketi, oraya yan etkileri tam olarak denenmemiş bir ilacı yollamakta hiçbir sakınca görmüyor. Doktorun birlikte çalıştığı kız kardeşi bu ilaç nedeniyle deliriyor, intihar ediyor ve kendisi de artık doktorluk yapamıyor.
Örgütte gencecik bir kız da var. Kentteki dev ilaç şirketinin yönetim kurulu başkanının kızı. Gözlerinin önünde küçücük çocukların nasıl acı çekerek öldüğünü görmüş, bu nedenden ailesiyle ilgisini kesmiş ve tek amacı bu dev şirketi dünyaya teşhir etmek!
Ve dünyanın derdini dert edinmiş başkaları. Bir ormanda hep birlikte çöpten aldıkları yiyeceklerle yaşıyorlar. Ve plan yapıyorlar, öncelikle denenmemiş antibiyotikleri yollayan yönetim kurulunun bir tanıtım toplantısında, tüm yönetim kurulu üyelerine şampanyanın içinde o antibiyotikten veriyorlar. Size bu çok vahşi mi geldi? Hemen söyleyeyim ölümcül miktarda değil, kalıcı hasar yapacak miktarda değil, sadece onları o muhteşem, görüntüye de alınan tanıtım toplantısında sürekli tuvalete koşturacak kadar. Eh anlayan anlıyor.
Gelelim diğer olaya, örgüt gene muhteşem bir planla şirket yöneticisi adamı ve karısını yani örgütteki kızın anne babasını kaçırıyor ve tam da atıkların kent suyuna bırakıldığı saatte onlara suya girmelerini emrediyorlar. Senatörleri, milletvekillerini, savcıları satın alabilirsiniz ama hadi şu çok temiz dediğiniz suya bir girin bakalım. Anne ve baba kıza yalvarıyorlar, babanın gerçekten hiçbir şeyden haberi yok, atıkların düzgün dağıtıldığını düşünüyormuş, annenin ise haberi var. Ve baba ağlayarak atıkların tam da boşaldığı saatte suya giriyor.
Şimdi gelelim işin püf noktasına başlığımda ne sormuştum: “Devlet bir sivil itaatsizlik örgütü müdür?” Bu sorunun yanıtı bence evet! Nasıl mı yasaları hiçe sayarak hâkimlere, savcılara emir veriliyor, suçsuz insanlar yargı tarafından rehin alınıyorlar. Yenidoğan bebekleri öldürenler elini kolunu sallayarak geziyor, çünkü o yenidoğanın kanında yaşlı insanları dirilten bir hormon var. Ormanlar yakılıyor ve özellikle yangın söndürme araçları alınmadığı, uçak paraları yandaş şirketlere hibe olarak verildiği için yüzlerce dönüm toprak çöl oluyor. Maden şirketlerini atlamayalım, ruhsat üstüne ruhsat veriliyor ve geride kalan kuruyan güzelim göllerimiz, artık akmayan baş döndürücü derelerimiz... Topraklarına ve zeytin ağaçlarına bir evlat gibi sarılıp onları korumaya çalışanları, ağaçlarını, topraklarını korudukları için emirle özellikle kadınları sürükleyen, döven kolluk kuvvetleri. Sahte diplomalar ve işine devam eden rektörler, doktorlar, müdürler. Daha yüzlerce sivil itaatsizlik.
Evet, dünya kendini intihara sürüklüyor. Bir düşünün, biz de kendi ayağına kurşun sıkan ülkelerin başında geliyoruz. Biz bu güzel ülkeyi hak etmiyoruz, nerede bir ağaç kesilse, nerede görkemli bir deniz kıyısına otel yapılmak için el konulmaya çalışılsa benim aklıma oralarda direnen, nöbet tutan insanlar geliyor. Bu ara en çok saygı duyduğum kişiler onlar. Çünkü sadece bu ülkeyi değil, dünyayı kurtarmak için yola çıkmışlar. Yaşasın dünyayı kurtarmaya çalışan sivil itaatsizlik!