Fişleme!

09 Temmuz 2019 Salı

Hafta sonunda gündeme yeni bir andıç vakası düştü. Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” başlığı ile bir utanç belgesi yayımladı.
Hükümete yakınlığıyla bilinen vakfın Genel Koordinatörü Burhanettin Duran, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyesi ve yandaş Sabah’ta yazıyor; araştırmayı yürüten İsmail Çağlar ise yandaş gazete Takvim’de yazıyor!
Dediklerine göre, 196 sayfalık “raporda”, dış basının Türkiye için kritik olaylardaki tavrı ölçülmeye çalışılmış...
BBC Türkçe, DW Türkçe, Amerika’nın Sesi, Sputnik Türkiye, Euronews Türkçe, Independent Türkiye ve CRI Türk çalışanlarının özgeçmişleri yazılmış.
Daha önce çalıştıkları kurumlar listelenmiş.
Twitter paylaşımları incelenerek, hükümete karşı duruşları hakkında çıkarsamalar yapılmış.
Sonunda da medya kurumları sanki suç örgütüymüş gibi bağlantıları gösteren şemalar çizilmiş.

Medya abluka altında
Bu, bilimsel araştırma adı altında gazetecileri ihbar etme ve medya kurumlarını itibarsızlaştırma çabasıdır. Üç yıldır kez en çok gazeteciyi hapseden ülke olma utancını yaşayan Türkiye’de, medya, AKP tarafından abluka altına alınmıştır.
Medyanın yaklaşık yüzde 95’inin hükümet yanlısı bir hale dönüştürülmesi yetmedi; gazetecilerin sosyal medya hesapları üzerinde de baskı kuruluyor.
Gazeteciliğin ölüm fermanını yazanlar, iktidar aleyhine görüş bildirmeyi “vatan hainliği” ve “terör destekçiliği” ile ilişkilendirme gayreti içinde.

Gazeteci, gerçek ve kamu lehine taraftır
Yeri gelmişken George Orwell’in ünlü sözünü alıntılamak gerek: “Gazetecilik, birilerinin yayımlanmasını istemediği haberleri yazmaktır; gerisi halkla ilişkilerdir.
Bunu kesinlikle halkla ilişkiler mesleğini küçümseyici bir anlam ile kullanmıyorum; sadece gazetecilik ile farkını vurgulamak açısından iyi bir söz.
IPRA (Uluslararası Halkla İlişkiler Birliği), halkla ilişkileri, “Özel ya da kamu kurum ve kuruluşlarının, ilişkide bulunduğu kimselerin anlayış, sempati ve desteğini elde etmek için sürekli olarak yaptığı faaliyetler” olarak tanımlar.
Gazeteci, iktidarın halkla ilişkiler işlevini görecek kişi değildir; iktidar gücünü kullananların yozlaşmaması için gizlenenleri ortaya çıkarır.
Bu nedenle gazeteci tarafsız değildir; çünkü adaletin, gerçeğin ve kamu yararının tarafındadır. “Tarafsızlık”, gazetecilik konusunda yaratılmış bir mittir.
Yasaları çiğneyen, büyük sermaye ile el ele emekçilerin canına okuyan, özgürlükleri kısıtlayan, yolsuzlukların üzerini örten yönetimlerin olduğu ülkelerde, gazeteci de aydın da elbette muhaliftir.

McCarthy döneminden bir olay...
Medyadaki durum, nicedir McCarthy dönemini anımsatıyor. Medyanın intikam aracı haline geldiği Soğuk Savaş yıllarındaki bir olaydan söz etmek isterim.
Joseph Pulitzer, 1950’lerde St. Louis Post-Dispatch gazetesinin yayıncısıydı. Gazetenin liberal editörleri, ABD’de antikomünist terör estiren Senatör Joseph McCarthy’e karşı belirgin bir eleştirel tavır içindeydi.
Ülkedeki cadı avı sırasında suçu olmayanlar göstermelik yargılamalarla hapsediliyordu. Pulitzer, sonunda bir gün şu mesajı editörlere göndermek zorunda kaldı:
“ ‘McCarthy’ ve ‘McCarthyizm’ sözcüklerine ya da bu ikisini ima eden bir referansa, benim özel onayım olmadan 7, 8, 9, 10, 11 ve 12 Aralık’taki sayılarımızın editöryel görüş sayfasında yer verilmemesini istemek durumundayım.
ABD’nin en prestijli gazetecilik ödülü kabul edilen Pulitzer Ödülü’ne ismini veren Joseph Pulitzer yazdı bunu. Basında hükümet icraatlarını denetleme ve örtülü olanları araştırma çabasının en önemli mimarlarından biri olarak bilinen Pulitzer...
Onu bile 1950’de editörlerine “susun” dedirtecek bir karanlıktı McCarthy dönemi.
O zaman sosyal medya yoktu ama olsaydı, eminim McCarthy, SETA’nınkine benzer bir “inceleme” yaptırırdı.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları