Geçen hafta Uluslararası Hayvan Politikaları Konferansı’na katılmak için ilk kez Marakeş’e gittim. Dünyanın farklı ülkelerinden birçok hayvan hakları savunucusuyla buluşmanın verdiği güven duygusuyla Fas’tan ayrılmayı umuyordum ancak otelin bulunduğu semtten çıkıp kentin diğer bölgelerine gidince gerçekler yine hatırlattı kendini.
Kentin en ünlü meydanı Jemaa elFnaa’da boyunlarından zincirlenen ve kafes içinde bekletilen maymunlar, kaval eşliğinde dans etsinler diye dişleri sökülmüş yılanlar, faytonlarla insan gezdirsinler diye bir deri bir kemik kalmış atlar ve yük taşıtılarak işkence edilen eşekler...
Sanki uçsuz bucaksızmış gibi büyük görünen toz duman içindeki meydanda sonsuz bir zulüm silsilesi! Ve oradan oraya koşuşturan, o ortamda eğlenerek yemek yiyen, köleleştirilmiş hayvanlarla anı fotoğrafı çektirip onlara zulmedenlere para kazandıran turistler...
MEDİNE’DEKİ TRAVMA
Bu dehşet verici ortamın ortasında kalınca içimde derin bir hüzünle karışık bir öfke hissi belirdi. Son hızla oradan uzaklaştım. Ama uzaklaşmam yetmedi. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Medine bölgesinde yürürken bir adamın yük taşıttığı eşeği kalın bir sopayla dövüşüne tanık oldum. Belli ki güzelim eşek yorgundu, zayıf bacaklarında güç kalmamıştı, adam vurdukça bağırıyor, yardım istiyordu.
Eşeğe yapılan işkenceyi herkes görüyor ama belki de bu tür olaylara alışılmış olduğundan herkes susuyordu. Adama doğru yanaşıp yaptığının zulüm olduğunu, eşeğin yorgun göründüğünü, biraz su verip dinlendirmesi gerektiğini söyledim ama İngilizce anlaşamadık. Telefonumla şiddeti belgelemek istediğimde, onun yanındaki adam bana kendi dilinde bağırarak üzerime yürüdü. Bir an için olsun dikkati kendime çekerek eşeğin dövülmesini durdurmuştum en azından. Ama sonra adam eşeği de alıp gitti.
Şiddete tanıklık etmiştim. Eşeği o cendereden çekip alamamak bende travmatik bir etki yarattı. O an dilini bile bilmediğim bir ülkede sokak ortasında kendimi ağlarken buldum. Adamın arkasından çaresizce bağırıp durdum.
Şiddete maruz kalan eşeğin neler hissedebileceğini ve ne kadar korkmuş olabileceğini düşündüm. Bu dünyaya eşek ya da başka bir hayvan olarak geldikleri için mal olarak görülen, alınıp satılan, yaşama hakları ellerinden alınan, köleleştirilen, bedenleri parçalanıp yenen, işkence gören, üzerlerinde deney yapılan hayvanları düşündüm. Onların da insanlar gibi bilinç sahibi olduklarını, duygularının olduğunu ama bilim bunu yıllar önce kanıtladığı halde insanların onları sömürmeye devam edebilmek için bilimsel gerçeği de görmezden geldiğini düşündüm.
TÜRCÜLÜK VİRÜSÜYLE MÜCADELEYE DEVAM!
Marakeş’te tanık olduğum şiddetin mağduru, bir insan da olabilirdi. Nasıl ki insana uygulanan şiddete sessiz kalamazsak, hayvana uygulanan şiddeti de görmezden gelemeyiz, gelmemeliyiz. Peki neden hâlâ çok sayıda insan hayvanlara yönelik zulmü umursamıyor? Görünüşleri kendilerinden farklı olduğu için mi? Eğer böyleyse bu ırkçılık ve cinsiyetçilikle kesişir. Farklı bir dili konuştuklarından mı? Çünkü hayvanlar kesinlikle kendi aralarında iletişim kuruyor ama biz anlamıyoruz.
Bir insanın görünüşünün farklı olması veya başka bir dili konuşması, ona yapılan zulme sessiz kalmayı haklı gösterebilir mi? Hayır! Neden hayvanlar söz konusu olduğunda bu sessizlik normal karşılanıyor? Karşı çıkılması gereken şiddet ve zalimlikse neden susuluyor? Çünkü tam bu noktada insan algısını yüzyıllardır yöneten “türcülük” dediğimiz virüs devreye giriyor.
Bu nedenle de hayvana karşı şiddet dünyanın her yerinde devam ediyor. Uçaktan inip kendi ülkeme ayak bastığımda ilk duyduğum haberler de Erzurum’da sokak hayvanlarına uygulanan katliam ile Bandırma’ya Uruguay’dan getirilen ve 21 Ekim’den bu yana limanda bekletilen binlerce sığırın korkunç koşullarda gemi içinde ölmesi ve doğum yapması.
Hayvanlar dünyanın her yerinden bağırıyor, çığlık atıyor, havlıyor, uluyor, ağlıyor, inliyor. Duyuyor musunuz?!
---
NOT: Bugün saat 15.00’te Kadıköy Belediyesi Kozyatağı Kültür Merkezi’nde “Yol Ayrımında Türkiye” konulu bir söyleşim ve ardından imza günüm var. Okuyucularıma duyururum.