“Açılım süreci” adı altında kapalı kapılar ardında dönen pazarlıkları yaklaşık bir buçuk yıldır bu köşede yazıyorum.
Mart başındaki bir yazımda, terörist başı Öcalan’ın silahların bırakılması çağrısından sonra, PKK/KCK terör örgütünün ABD destekli Suriye kolu YPG/SDG’nin lideri Mazlum Abdi’nin, “PKK ile Türkiye arasındaki barışın sağlanması başarılı olursa Türkiye’nin bölgemize saldırmak için hiçbir bahanesi kalmayacak” diyerek sürecin amacını özetlediğine dikkat çekmiştim.
Hemen ardından DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, “Çağrının muhatabı PKK’dir, Rojava ve SDG değil” diyerek onu destekleyen bir açıklama yapmıştı.
Onun peşinden de Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Brian Hughes’ün “Suriye’nin kuzeydoğusunda ABD’nin IŞİD’le mücadele ortakları konusunda Türk müttefiklerini yatıştırmaktan” söz ettiğini de duymuştuk.
‘DÖRT PARÇALI KÜRDİSTAN’
2015’te ABD’nin IŞİD’le mücadele gerekçesiyle Suriye’nin kuzeydoğusunda (Rojava) kurduğu SDG, Türkiye’nin sınırında geniş bir bölgenin kontrolünü elinde tutuyor. Örgütün komuta kademesi, terör örgütü PKK’nin Suriye uzantısı YPG. Mazlum Abdi, SDG’nin elinde yaklaşık 100 bin silahlı unsur olduğunu açıkladı. ABD, 2026 bütçesinde bünyesinde ağır modern silahlar bulunduran bu örgüte 130 milyon dolarlık yardım yapılması için ödenek ayırdı!
Varılan noktada, Mazlum Abdi ile Suriye devlet başkanı olan Colani arasında 10 Mart’ta imzalanan anlaşmada sorun yaşanıyor. Çünkü SDG’nin Şam’a entegrasyonunda sıkıntı çıktı. Mutabakat için öngörülen süre bu ay sonunda bitiyor.
Pazarlıklar sonucunda Şam, SDG’ye entegrasyon planını sundu. Buna göre SDG’nin ordu içinde üç ayrı tümen halinde yapılandırılması ve savunmagüvenlik kurumlarında üst düzey görevler verilmesi öngörülüyor.
Birinci tümen, kuzeydoğu sınırlarının güvenliğinden sorumlu olacak sınır koruma tümeni; ikinci tümen, SDG’nin mevcut kadın birliklerini koruyan kadın tümeni; üçüncü tümen ise aşırılıkçı gruplara karşı operasyonlarda Şam’la doğrudan koordinasyon yürütecek terörle mücadele tümeni olarak tanımlanıyor.
Birinci tümenin anlamı, Türkiye’nin Suriye’de oluşturduğu tampon bölgeleri süreç içinde YPG/ PKK’ye devretmesi demek!
Ayrıca dikkat çekici bir madde var: “Antlaşmada Şam hükümetine bağlı ordu veya güvenlik güçlerine ait hiçbir birimin kuzeydoğu Suriye’ye girmesine izin verilmeyeceği” belirtiliyor. Bu da SDG’nin bölge üzerindeki özerk kontrolünün korunması anlamına geliyor.
Mazlum Abdi ise Aryen TV’ye verdiği son röportajda ne diyor?
“Bizim için, Rojava için sürekli olarak 10 Mart mutabakatı süresinin sona ereceği söyleniyor. Yılın sonu bizim için bir başlangıçtır, son değildir. En iyi inşayı da 2026’da sağlayacağız. Kürtler olarak dört parça ve diaspora da dahil, her zamankinden daha fazla ulusal kongre yapmaya yakınız. 2026 yılı, Kürtlerin birlik olacağı, ortak bir siyaset geliştireceği bir yıl olacak.”
BİR SONRAKİ ADIM ÖCALAN’I SİYASETE SOKMAK
Emperyalizmin Suriye’de ABD ile uyumlu cihatçılar ve İsrail ile yürüttüğü plan belli. Amaçları ileride Irak, Suriye, Türkiye ve İran’daki bölgeleri de içine alacak bağımsız bir Kürt konfederasyonu oluşturmak.
Bu nedenle bölgedeki ülkelere ulus devleti yıkacak olan bir sistem dayatılıyor; siyasi makamların dini ve mezhepsel gruplar arasında nüfus oranlarına göre paylaştırılmasını öngören Lübnan modeli öneriliyor. O nedenle de Erdoğan “Türk-Kürt-Arap” birliğinden söz ediyor; Bahçeli çıkıp “Cumhurbaşkanı yardımcılarının biri Kürt, biri Alevi olsun” önerisinde bulunuyor; ABD Ankara Büyükelçisi Barrack, “Türkiye için en iyisi Osmanlı millet sistemidir” diyor!
Emperyalistlerin bir sonraki adımı ise “umut hakkı” gerekçesiyle Öcalan’ı serbest bıraktırarak siyasete sokmak. “Barış, demokrasi” diyerek halktan gizledikleri budur.