Enver Aysever

‘Dizi seyredip eşcinsel olur mu?’

29 Temmuz 2019 Pazartesi

Datça tatil sayılmaz, ana kucağıdır benim için. Kırk yıl önce ilk gittiğimde sadece bir otel vardı, sessizliğine, duruluğuna âşık olmuştum. Küçük kooperatif evi alınca annemler, nasıl da mutlu olmuştuk. Bizde aynı sevinç sürüyor sürmesine de, giderek betonlaşıyor o güzel yüzü Datça’nın. Yazık ki ne dışarıdan gelen konuklar, ne de yerlisi hızla canavara dönen Datçamızın nereye doğru yol aldığını fark etmiş değil. Uzunca yazacağım sonra, doğrusu mutlu dönmedim İstanbul’a. AKP anlayışı herkesi esir almış. Deniz kimsenin değil, sahiller herkesin!

***

Kaz Dağları saldırısına ne demeli? Memleketin en güzel ormanlarına bir bir kıyılıyor. Gezi’de “mesele elbet üç beş ağaç değildi” söylemiyle kasıt buydu. Yağma kültürü egemen, doyumsuz, saldırgan İslamcı-piyasacılık hayatımızı çalıyor. Bu kötülük karşısında direnç göstermek gerek. Kapitalizm vahşidir, kan emicidir! Bu iktidarın ağaçlarla derdi nedir, anlamadım gitti! Sanki onların çocukları, torunları bu coğrafyada yaşamayacak. Bu bencillik korkutucu, “benden sonrası tufan” anlayışı tek bir canlı kalmayana dek sürecek anlaşılan.

***

Yeni moda: “Cumhurbaşkanı uçağına davet alıp binmeyen gazeteci değildir” söylemi. Kimler bunu pazarlıyor? Önce eski İslamcı Ahmet Hakan yazdı. Ardından genç muhabir İsmail Saymaz, “Ben siyasetçi değilim, profesyonel gazeteciyim” dedi. Kendini zamanında Doğan Medya CEO’su olarak tarif eden Ertuğrul Özkök bize gazetecilik dersi verdi! Neymiş: “Ülkenin en büyük haber kaynağına yakın olmayı istemeyene gazeteci denmez”miş! “O uçağa binmeyenler ideolojik davranıyor” diyor Özkök.

***

O uçakta” soru sorulmaz, ancak halkla ilişkiler çalışmasının parçası olunur. Ayrıca bunca meslektaşın hapisteyken, “o uçakta” sırıtmak ayıptır! Dahası, devletin tepesi akreditasyon uygulaması yapıp iyiler ve kötüler diye ayırıyorsa, gerçek gazeteci uçağı reddeder. Son olarak, soru sormak için uçakta geziye çıkmaya gerek yok, basın toplantısına gider, eğer izin (!) verirlerse soruyu yüzüne sorarsın Cumhurbaşkanı’nın. Elbette bir dönem manşetlerle iktidar kurup, iktidar deviren Ertuğrul Bey bu etik meselelerle ilgilenmez.

***

Sanki insanın ideolojisi olması suçmuş gibi sunuyor, uyanık söylemiyle Özkök. Evet, ben sosyalistim. Eşit, özgür, adil dünya isterim. Laiklikten yanayım, hukukun üstünlüğüne inanırım, bilimsel bilgiyi öncelerim. Kadın erkek eşitliğini, çocuk/hayvan haklarını savunurum. Dünyayı anlamaya çalışırım, çevre meselesi için kavga ederim. Cinsel yönelimi farklı olan gruplarla dayanışma halinde olur, ses vermelerini isterim. Örgütlü toplumdan yanayım. Daha sayayım mı? Sahi, Özkök acaba ne savunur? Nedir gazetecilik? Özkök de ideolojik elbette. Onunki pragmatizm/liberallik diyoruz!

***

Yazık ki tilmizleri de izinde. Eski başbakanlık sözcüsü, meğer şimdi muhalifmiş. Akif Beki, “Kovulmaktan yoruldum” dedi geçende. Yahu gazetecileri kovmakla ilgili görevi güle oynaya yapan biri, nasıl olur da şikâyet eder bundan anlamış değilim. AKP ile FETÖ bozuşmasıyla, Davutoğlu elemanları ile RTE ayrışması aynıdır. Çıkar birliği bitince kılıçlar çekilir! Eh, Beki ile demokrasi oyununa soyunursan gün gelir Akit ile yan yana düşersin. Beki dedi ki: “Akit haklı, dizilerde eşcinsellik reklamı yapılıyor”. Ben daha hayatımda dizi izleyip kendi cinsine ilgi duyana rastlamadım. Ertuğrul Bey, bakın, bu da ideolojik! Hayatında bir gün siyasal İslamcı olandan ne gazeteci olur, ne demokrat!

***

Diyorum ya, eğer vicdanını yanında götürürsen sızın dinmez bir türlü. Sabah kalkıyorsun İlber Ortaylı yobaz şeyh Ömer Tuğrul İnançer’in elini öpüyor. Diyeceksiniz ki bu Mevlevi selamlaşması. İyi de kadın düşmanlığı tescilli birinin önünde bir Cumhuriyet aydını eğilir mi? Kimi dedi ki “eğer bakan danışmanı olursan bu hallere düşersin”. Belki de Ortaylı hep böyleydi. Çok bilgili olmak ile aydın kimse arasındaki fark derindir. Buna tanık oluyoruz demek ki. Gazetecilik hakikati bulma işidir, sevimsiz olmayı göze almadan yapılmaz. İdeolojiktir anlayacağınız...

***

Birikmiş çok söz var daha. Datça’da üç kitap okudum. Hepsi Nazilerle ilgiliydi. Bu dönemi anlamak için Klaus Mann’ın “Mephisto”sunu okumakta yarar var. O zaman her şey yerli yerine oturacak. Betondan Datça’yı, ağaç düşmanlarını, Saray soytarılarını, propaganda bakanlarının emir kullarını bir bir göreceksiniz. Romandaki isimlerin yerine çevrenizden birilerini kolayca yerleştireceksiniz.
Not: Yazının başlığını popüler kültüre uygun düşsün diye seçildi, artık sosyal medyada okunur olmak için yazık ki bu yöntem geçerli. Popülizmin esareti altındayız!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İflas 25 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları