‘İş Çevrelerinin’ Siyasete İlgisi Artıyormuş

28 Nisan 2015 Salı

Dün esas olarak halk sınıflarını etkileyen iki toplumsal krizin kesişmeye başladığına işaret etmiştim. Bugün, madalyonun öbür yüzüne, The Atlantic dergisinin mayıs sayısında yayımlanan kapsamlı bir denemeden (Chrystia Freeland, The disintegration of the World) yararlanarak, iş çevrelerinin kaygılarına değineceğim.
Yararlandığım denemenin ana teması şöyle: Yakın zaman kadar siyasi konularla ilgilenmeyen iş çevreleri bu tutumlarını değiştiriyorlar. McKinsey Araştırma’nın Genel Müdürü Dominic Barton, “ ‘Kapitalizm nasıl işler, adaletli midir? Demokrasi iyi midir?gibi genelde Occupy Wall Street gibi muhalefet hareketlerinin gündemini meşgul eden sorular şimdi iş çevrelerinin seçkinleri arasında dolaşıyor” diyor. Dev yatırım şirketleri, yönetim kurullarına, eski CIA Başkanı Petraeus, eski MI6 Başkanı John Sawers gibi üst düzey siyaset, jeopolitik uzmanlarıyla doldurmaya başlamışlar. Çünkü dünya, “II. Dünya Savaşı’ndan bu yana hiç bu kadar değişken ve akıcı” olmamış.

1989-2015
Bugünkü ekonomik ve jeopolitik düzeni tanımlayan kavramlar esas olarak “Doğu Bloku” çökünce yerleşmeye başladı. Küresel bir serbest piyasa, özgür demokratik, küresel sivil toplum oluşuyordu, tarihin sonu gelmişti. Thatcher, “Toplum yok, birey var” diyordu. Devletler güçlerini kaybediyordu. Bunlar maddi, geri çevrilemez, önünde durulamaz süreçlerdi. Daha 2004’te Ben Bernanke, “büyük moderasyon -ılımlılıkdöneminin başladığını” muştuluyordu. 
Bugüne gelince, karşımızda, Rusya’nın Kırım’ı ilhakı, “hibrid savaşlar”, radikal İslamın ötesinde bir ölüm kültünün kurduğu halife devleti, Kuzey Afrika’dan Afganistan’a kadar savaşlar, katliamlar, istikrarsızlıklar, Avrupa Birliği deneyiminin dağılma olasılığı, daha etkin ve giderek daha militarist bir Çin var. Latin Amerika’nın en büyük ülkesi Brezilya’da, yolsuzluk ve siyasi istikrarsızlık karşısında, kimi muhalefet çevreleri açıkça darbe çığırtkanlığı yapıyor. Venezüella hızla istikrarını kaybediyor. Tüm bunların üstüne, “Büyük Moderasyon” bir yana, yedi yıldır sonu gelmeyen bir mali kriz ve “uzun durgunluk” söz konusu.
Denemenin yazarları, “yalnızca gücün belirleyici olduğu Metternich dönemine geri dönüyoruz galiba” diyorlar. Güç derken ekonomik gücü ve Davos zirvesinden aktarmayla “ekonomik savaşın pilotsuz uçakları” olarak tanımlanan, nokta atışı yapabilen ekonomik yaptırımların etkilerinin küresel entegrasyondan dolayı daha da artmış olduğunu vurguluyorlar.

Ekonomik olan siyasiymiş
Dün, 1989-2007 ortamında büyük şirketlerin seçkinlerinin sloganı, “the business of busines is business”miş (iş çevrelerinin işi iş yapmaktır) ve siyasete, özellikle jeopolitik konulara ilgi göstermiyorlarmış. Bu şirketlere siyasi, jeopolitik konularda danışmanlık hizmeti veren Eurasia Group’un kurucusu Ian Bremmer, şimdilerde müşteri bulmakta zorlanmadıklarını söylüyor.
Jeopolitik istikrarsızlıkların yanı sıra, gelişmiş ülkelerin halkları arasında yapılan bir araştırma, 2008’den bu yana 27 ülkenin 16’sında, iş çevrelerine güvenin ilk kez gerilemiş olduğunu gösteriyor. Bu sırada, siyasi istikrarı bozma kapasitesi çok yüksek bir orta sınıfın (siz vasıflı işçi sınıfı olarak okuyunuz), merkez ülkelerde ekonomik koşulları bozulurken, toplam nüfusu dünya çapında, özellikle Hindistan ve Çin’de gelecek 15 yılda ikiye katlanacak bir hızla artıyor.
Bu iklimde iş çevreleri, geride kalan 30 yıl boyunca, ekonomik yaşamın doğal sonucu olarak gördükleri, küresel piyasaların, emek piyasası ilişkilerinin aslında birer siyasal yapıntı olduğunun ayırdına varıyorlar.
Tabii ben, ekonomik olanın her zaman siyasi olduğunu yıllar (aslında on yıllar) önce öğrenmiş olduğumdan, bu “ah vah, meğerse” gözlemlerini satın almıyorum. Ama bunların gittikçe artan bir kaygıyı, özgüven aşınmasını yansıttığının farkındayım. Şirketlerin “bizim işimiz iş yapmaktır”, “ekonomi başka siyaset başkadır” görüntüsünü korumaya çalışmayı boşverip siyasetle, jeopolitikle doğrudan ve açıkça ilgilenmeye başlamalarının hayra alamet olmadığının da...    



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları