9 yaşındaki kız çocuklarının evlenebileceğini ve bunun kitapta yazılı olduğunu söyleyen Diyanet ne yapsın? Söylemek zorunda çünkü “dindar ve kindar” bir nesil yetiştirmeyi hedefleyen iktidarın Başbakan Yardımcısı Bozdağ açıkça ve cesurca belirtti: “Diyanet’in fetva verirken uyacağı tek kanun var, o da Allah’ın kanunudur, ona uygun fetva verir.”
Şimdi gelelim, 6-7. yüzyıllarda (o döneme ortaçağ deniliyordu) yazıldığı bilinen Allah’ın kitabı Kuran’ın günümüzü nasıl açıkladığına... Olmuyor, açıklayamıyor, çünkü aradan epeyce bir yüz yıl geçti ve dünyamız teknoloji devrimine girdi. Üç yaşındaki çocukların elinde bile cep telefonları dolaşıyor. Canı isteyen porno, canı isteyen hayatın oluşumuna dair belgeselleri izliyor. Şimdi siz Adem ile Havva masalına bu çocukları nasıl inandıracaksınız? Çünkü artık biliyorlar, görüntüsü var, spermler acayip bir mücadeleyle, kadının yumurtalıklarına girmeye çalışıyorlar ve başaran en kahraman oluyor. Nerede cennetten kovulmuş Adem ile Havva, üstelik elma en sağlıklı meyvelerden biri. O zaman çocuklar sormaz mı? “Bana niye elma yediriyorsunuz?”
Bugünlerde ülkemin “Başına Buyruk Hikâyeleri” diye bir kitap hazırlıyorum ama ne yaparsam yapayım, benim hayal gücüm ülkedeki dini bütün kardeşlerimizin yaptıklarına yetişemiyor. Örneğin; çok Müslüman birtakım adamlar, kutsal bir mekân olan Kâbe’nin uyduruk bir maketini yapıp, örneğin Adıyaman, Elazığ gibi kentlerde bunları dolaştırıyorlar, çoğunlukla bir okul bahçesine kurulan Kâbe’nin etrafından tavaf etmek 10 lira. Ne kadar çok dönersen o kadar günahlarından arınırsın. Ama ne garip ki, ülkede günahı olan pek az. Çünkü Müslüman kardeşlerimiz, kurban keserek ve kanını alınlarına sürerek tüm günahlarından arınıyorlar. Ben söylemiyorum, Allah’ın kanunlarını hayata geçirmeye tüm gücüyle çalışan Diyanet’in kontrolündeki cami kapılarında böyle yazıyor. Geçenlerde bir grup Müslüman erkek “televizyon izlemek günahtır” bilgisine uyup, televizyonlarını herkesin gözü önünde kırdılar ama dini kitaplarda cep telefonu kullanmak yasaktır bilgisi bulunmadığından bu eylemlerini cep telefonuna çekip yayımladılar.
Gene geçenlerde yandaş televizyonlardan birinde, bir tarihçi şöyle söyledi: “Kendini dindar kabul edenlerin hemen hepsi Arapça bilmediğinden, arkasında namaza durduğu imamın ne söylediğini anlayamazlar. İmam da bilmez.” Yayın kesildi.
Benim bildiğim, ilkokulda din dersimiz vardı, orada öğrendiğim, ibadetin Allah’la kul arasında kalması gerektiğiydi. Yani gösteriş için yapılmazdı. Ama bakıyorum, camiler boşken Müslümanlar en olmadık yerlerde, otobüsü durdurarak yolun ortasında ya da bir taksinin üstünde namaz kılıyorlar. Ne oluyor arkadaş, size emredilen bu mu? Belli ki selfie çekme çağına siz de uymuşsunuz, güzel güzel fotoğrafınızı çekip yayımlıyorsunuz. Siz gerçekten bir Tanrı’ya inanıyor musunuz? O inandığınız Tanrı nasıl bir Tanrı ki ona sürekli gösteriş yapıyorsunuz, o Tanrı ki, dünyadaki aç insanların varlığına tahammül ediyor, bütün iktidar yolsuzluklarına tahammül ediyor, hayret elinden hiç mi bir şey gelmiyor?
Evet evet, öteki dünyada görüşeceğiz. Küçücük çocuklar eskiden iğneci geliyor diye korkutulurdu, şimdi cehenneme gideceksin diye korkutuyorlar ve bazı Müslüman erkekler, çocuklara cehennemin nasıl olduğunu onlara tecavüz ederek gösteriyorlar. Bu da mı Allah’ın kanunu? Yetti gayrı, biraz da yeni çağın kanunlarına dönelim.Hani hukuk, eşit yurttaşlık vs gibi. Ülkemizi ortaçağ karanlığına çekmeye çalışmayın, bir gerçek öğreti var; hiçbir şey geriye dönmez!
Not: Yazım teknik bir aksaklıktan dolayı geçen pazar günü yayımlanmadı. Bugün emrinizde: Tanrı neden bu kadar adaletsiz?
Tanrı neden bu kadar adaletsiz?
Yazarın Son Yazıları
Sevgili okurlarım vallahi billahi bana iki şeyden daral geldi.
Sevgili okurlarım sevdiğim tahta heykeller diyarı Değirmendere’ye taşındığımdan beri dostlarım, okurlarım beni hiç yalnız bırakmıyorlar.
Sevgili okurlarım, son yazdıklarıma bir göz gezdirdim.
Sevgili okurlarım, yıllar önce İspanya’nın Endülüs bölgesinde dolanırken nereden aklıma düştüyse yolda gördüğüm Çağlar Boyu İşkence Aletleri Müzesi’ne girivermiştim.
Sevgili okurlarım gerçekten bıktım, neden mi?
Sevgili okurlarım bir an kendimi bir reklam şirketinde çalışırken buldum.
Geçtiğimiz hafta, uzun zamandır siyasal ve ekonomik belirsizlik, biri biterken öteki başlayan savaşlar ve giderek şiddetini artıran emek sömürüsü karşısında umutsuzluğa kapılan dünya halkları, uzun zamandır egemen güçler tarafından özellikle unutturulan bir sözcüğü yeniden anımsadı: “Sosyalizm!”
Sevgili okurlarım tarih bize, ülkelerin çökmesine en çok yardım edenlerin kraldan çok kralcılar olduğunu gösterir.
Sevgili okurlarım ülkemin içinde bulunduğu belirsizlik durumu, giderek çoğalan çocuk çetelerinden söz etmek, öldürülen yoldaşların ardından ağıt yakmak, her gün bir kadın cinayetiyle yüz yüze gelmek beni hiç olmadığım kadar umutsuzluğa sürükledi.
Sevgili okurlarım bu hafta bir vatanseveri, bir doğa koruyucusunu, işi sadece gerçekleri belgelemek olan bir güzel insanı Hakan Tosun’u toprağa verdik.
Bir avukat İstanbul’da kalabalık bir caddede, ofisi önünde maskeli kişiler tarafından Kalaşnikoflarla taranarak öldürülüyor.
Sevgili okurlarım insanın tüylerini ürperten. “Bu kadar da olmaz” dedirten bir fotoğrafa bakıp duruyorum.
Sevgili okurlarım hepiniz benim Adana sevgimi bilirsiniz.
Onun hiçbir şeyden haberi yoktu.
Sevgili okurlarım şimdi gelin İtalya’nın Roma kentinde vahşet resimlerinin sergilendiği bir müzeye girelim.
Sevgili okurlarım bugüne kadar hiçbir kitap beni böylesine acıtmamıştı.
Sevgili okurlarım, sivil itaatsizlik özellikle yasalardan, yönetimden hoşnut olmayanların başvurduğu bir eylemdir.
Sevgili okurlarım bugün yazıma Leonard Cohen’in “Herkes biliyor geminin su aldığını./ Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini./ Ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu” şiiriyle başlayayım dedim, herkes biliyor da ben neden böyle doktorun az önce biyopsi yaptığı bir hasta gibi endişeyle bekliyorum.
Sevgili okurlarım iyice kafa sersemi olduk.
Sevgili okurlarım bu yaz kendimi büyük bir açık hava tiyatrosunda oyun izliyor gibi hissediyorum.
Sevgili okurlarım bir hafta önce ülkemizde her yer yanıyordu.
Sevgili okurlarım başlık benim değil, sosyal medyada gördüm, sahibini aradım, bulamadım ama bu başlığa vuruldum.
Sevgili okurlarım bu hafta yazar Pınar Kür’ü sonsuza uğurladık.
Sevgili okurlarım ne yazık ki kavşağa geldik arabayı ya uçurumdan aşağı süreceğiz ya da hepimiz yepyeni sorular sormaya, çözümler bulmaya çalışacağız.
Başlığım kimseyi şaşırtmadı değil mi? Evet, bu canım ülkede yepyeni bir savaş deneniyor.
Sevgili okurlarım şimdilik füzelerle, insansız uçaklarla yapılan savaş bitmiş görünüyor, doğrusu ben bittiğine hiç inanmıyorum. Bir yerlerde gene füzeler uçacak, çocuklar ölecek, ölüyor da. Şimdi gelelim bizdeki asıl savaşa. Evet dostlarım ülkemizin zeytinliklerimizi bitirme savaşı bu.
Sevgili okurlarım meğer bizim bu kadim ülkemizde ne kadar çok savaş uzmanı varmış.
Sevgili okurlarım, epey bir zamandır yaklaşık 20 yıldır bu köşede neredeyse aynı sorunları yazmaktan bıktım.
Sevgili okurlarım gene bir bayram günü, üstelik pazar. Açık konuşmayı severim bilirsiniz öyleyse açık konuşayım ben bu bayramı hiç sevmem.
Sevgili okurlarım bir kentten başka bir kente taşınmak ne kadar zormuş.
Sevgili okurlarım 50 yıldır yaşadığım İstanbul’u bırakıp Kocaeli’nin Değirmendere Mahallesi’ne taşınıyorum.
Sevgili okurlarım 25 yıllık hayat ve iş arkadaşım, kızım Dünya’nın babası cebinde şiirlerle dolaşan tüm hayatı boyunca devrime inanan film yönetmeni Ali Özgentürk’ü sonsuzluğa uğurladık.
Yurdumuz yeniden bizim olmalı!
24. yılını kutlayan Afyonkarahisar Klasik Müzik Festival
Unutma deprem geliyorum der ve gelir!
Analar babalar, çocuklarımıza kıyıyorlar!
Bak şu işe ben şu küçücük Yunanistan’ı kıskanıyorum!
Boykotun sessiz çığlığı
Plastik mermi, cop, tazyikli su ve bitmeyen tutuklamalar
Hep birlikte haykırıyoruz: ‘O gün bugündür!’