Arzu Süzmen

Kötülüğün modası

07 Kasım 2014 Cuma

Şiddetin, karanlığın, kabalığın modası olur mu?‘Kötüye bir şey olmaz, kötüler ölmez, kötü adamlar daha çekicidir...’ Toplumumuzda sıkça kullanılan tüm bu espriyle karışık sözlerin altında kötülüğe gizli bir öykünme yatıyor olabilir.

Türk filmlerindeki kötü karakterleri hatırlayın: Yanında çalışan emekçilere haksızlık yapan fabrikatörler, kötü kalpli üvey baba karakteri, mafya babaları, kahırla karışık merak duygusu ile yıllarca izlendi. Kulaklarında hala Aliye Rona'nın meşhur kahkahası çınlamayan var mıdır?

Filmlerdeki kötü karakterler, hayatımızın içinde yer alan bireylerin beyaz perdeye yansımaları ve gerçeklerinin yanında nasıl da masum kalıyorlar. Bu karakterlerin gizli bir hayranlıkla izlenmesindeki sebep; kaba saba davranışların, kibirin, yükselen seslerin güçlü insan olmakla karıştırılması. İşin kötüsü günümüzde toplumun azımsanmayacak kadar geniş bir kesiminde şiddetin ve kabalığın giderek normal sayılması ve yayılarak neredeyse bir ‘akım’ haline gelmesi.

Şiddetin, karanlığın, kabalığın modası mı olur? Bilmem, sizce olur mu?  Kuru kuru kafalar:  ‘Kuru kuru’ kafaların hüküm sürdüğü bir çağda yaşıyoruz. Artık geceleri uyku tutmak bilmiyor, endişeli sabahlara uyanıyoruz. İhmal yüzünden hayatını kaybeden inşaat işçilerinin, Ermenek’teki maden faciasında ulaşılamadıkları canlarına yanan ailelerin, sürekli ertelenen davalarla çektikleri acı katlanan anaların acısına uyanıyoruz.

Gençlerbirliği oyuncusu, futbolcu Deniz Naki’nin sosyal medyada IŞİD’i eleştirdikten sonra, “Kürt Alevi Naki sen misin lan Naki?” denilerek sokak ortasında gördüğü şiddetle silkelenip kendimize gelmek bu kadar zor mu sahiden?

Bir toplumda kabalık yayılmaya görsün; her yere sıçrar. Sanat da, doğa da şiddete uğrar.Zeugma’da 2000 yıllık mozaiklerin canı, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in yüksek topukluları altında ezilirken nasıl da yanmıştır kim bilir…

William Shakespeare, eminim yattığı yerden, her devirde var olan iktidar tutkusunu, ‘iktidarın zalimliğe dönüşmesini’ anlatan Macbeth oyununun yasaklanmasına anlam verememiştir. Zira bu devirde sansür, sanatseverlere uygulanan şiddettir.

Soma’da, Validebağ’da, Yırca Köyü’nde ağaçlar; memleketin dört bir yanında barınaklarda hayvanlar acıdan ağlarken, Allahtan ‘demode’ ve yürekli bir avuç insan doğa için mücadele etmektedir. Sahi, zeytin ağaçlarına nasıl kıyılır efendiler?

Eskiden modada karanlığın sembolü denilince akla İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler'in bir bölümünün de sembolü olan ve İngiliz moda tasarımcısı Alexander McQueen’in kült figür haline getirdiği kurukafalar, deri, siyah renk gelirdi.

Tasarımcı Elsa Schiaparelli, 1938 yılında ünlü sürrealist ressam Salvador Dali ile ortak tasarladığı ‘iskelet elbise’ ile dönemin güzellik anlayışına farklı bir bakış getirmiş, çirkin ve karanlık görünen iskelet figürünün siyah, krep bir elbisede efsaneye dönüşebildiğini tüm dünyaya göstermişti.
Oysa kurukafalar, iskelet sembolleri, bir ‘beyaz bere’nin yanında nasıl da günahsız idi…

Celladına Aşık Olmak

Şiddetin, karanlığın, kabalığın modası mı olur? Hayır efendim, olmaz! Olsa da, uzun sürmez. Kendimize kaba saba, saygısız, vicdan yoksunu insanları güç figürü olarak örnek almayı bıraktığımız anda, bu moda ömrünü tamamlar. Uzun sürmesi gibi bir olasılık; toplumun celladına aşık olması, şiddete itiraz etmemesi halinde mümkündür. Kanımca bu noktada sözü Ömer Hayyam’a bırakmak uygundur:

Celladına aşık olmuşsa bir millet,
İster ezan ister çan dinlet.
İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,
Müstehaktır ona her türlü zillet.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları