Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Kıyıya vuran insan(lık)
İnsan denen canlı varlık tarihsel bir varlıktır. Yani geçmiş, bugün ve gelecek olarak dile getirilen üç boyutlu zamana kök salmıştır.
İnsan tekleri olarak kişilerin varlık bütünlükleri çeşitli biçimlerde bu üç boyutlu zaman içinde gerçekleşir. Söz konusu varlık bütünlüğü zaman için de söz konusudur. Yani zaman da geçmişiyle bugünüyle ve yarınıyla bütündür. Böylece zaman, bir “olanaklar varlığı” olarak dünyaya gelen insanın sahip olduğu olanakları gerçekleştirebilmesi bakımından ona bir tür “yuva” sağlar. İnsanın olanaklar olarak varolan varlık özelliklerinin, en başta biyo-psişik bir varlık oluşunun, isteyen, inanan, bilen, düşünen, “akıl sahibi” bir varlık oluşunun ve diğer başka özelliklerinin gerçekleşebilmesi üç boyutlu zamanın bütünlüğünü öngörür.
Zamanla birlikte mekân da, insanın varlık özelliklerinin gerçekleşebilmesine “yer” hazırlar. Çünkü insan tekleri olarak kişiler, kendilerini şu veya bu biçimde hep bir yerde gerçekleştirip, kendilerince oluşturdukları, somut zaman ölçülerinde var ederler. Immanuel Kant’ın insanın “anlama yetisinin a priori formları” dediği zamanın, bütünlüğü ve mekânla olan birlikteliği bozulduğu ya da parçalandığında neler olur?
İnsanın trajedisi
Bu bir çeşit “kıyâmet senaryosu” sayılabilir. Üç boyutlu zamanın ve onun ayrılamaz bir parçası olan mekânla olan bağlarının kopması ya da zedelenmesi, giderek de parçalanması, doğrudan doğruya insanın sahip olduğu olanakların gerçekleşmesine son derece olumsuz etki eder.
Çeşitli nedenlerle yerini yurdunu terk eden insan için daha önce geçmişe dayanılarak oluşturulmuş olan bugün ve ona da dayanılarak oluşturulmuş olan bir yarın yoktur artık. Yaşanan “bugün” geçmiş ve gelecekten kopuk olduğu için bir anlam ifade etmez.
İstenen tek şey bedensel olarak ayakta kalmak, inanılan tek şey, kaynağı genellikle dinsel olan, “bir gün gelip bütün sorunların sona ereceğine” dair umut olur. Güdüsel bir yaşam kendini göstermeye, insan kendine yabancılaşmaya başlar.
Sağduyu
Zaman ve mekân kişi için, birbiriyle olan bağını ve sürekliliğini, böylece de bütünlüğünü yitirdiği zaman insan bu bütünlüğü ve sürekliliği yeniden kurmak ister. Çünkü ancak bu şekilde kendini bu dünyada var edebileceğine ilişkin belki de bir çeşit sağduyuya sahiptir. Ancak bunun için yürünmesi gereken yol çok çetindir. “Simurg”u aramaya giden kuşlar gibi birçoğu bu yolda ölümü bile göze alır. Bu yol, insan olmak ve insan olarak dünyasını kurmak için ölümü göze almaya değer bir yoldur. Böylece hepsi insan olmak, insan yerine konmak ister. Bunun için de karaları, denizleri aşmaları gerekir. Ama bunu yaparken “kıyıya vurmak” da vardır.
Toplumbilimsel adıyla göç, hukuksal adıyla “iltica”, insanın zamanın ve mekânın sürekliliğini ve bütünlüğünü yeniden nasıl kurabileceğinin, insan olarak nasıl yaşayabileceğinin arayışı olarak görülebilir. Göçenin hukuktaki adı da “mülteci” olur.
İnsan hakları
“Kıyıya vuran” insanlar politikacılara öncekilerden daha şiddetli bir biçimde her zaman insanlığı ve insan haklarını hatırlatmıştır. Söz konusu hatırlama genellikle “hamasi nutuklar” çerçevesinde ve insan haklarına “saygılı” söylemler bağlamında kendini göstermiştir.
Bu, zaman içinde bütün bunların unutulacağına ilişkin bir anlamı içinde barındırır. Ancak insan hakları sorunları, insan haklarına “dayalı” politikalar geliştirilmediği, tartışılmadığı ve yaşama geçirilmediği sürece var olacak olan sorunlardır. Gün geçtikçe kendisini her bakımdan tüketen dünyanın, insanlararası ilişkiler bakımından tek kurtuluşu, insan haklarına “dayalı” politikalar üretmekten ve bunları yaşama geçirmekten geçer.
Bu da insan haklarını, başta kendi ilişkileri olmak üzere her türlü çıkar ilişkisinin üzerinde gören kişileri (politikacıları) gerekli kılar. Mine Söğüt, bir yazısında ünlü şair Cesare Pavese’ye atfen şunu söylüyor: “Kaç yaşında olursan ol, uyuyunca geçecekmiş gibi gelecek. / Kaç yaşında olursan ol, uyuyunca geçmeyecek”
Prof. Dr. İsmail h. demirdöven
Hacettepe Üniversitesi
Şehitlik gölgesindeki yaşam
Gün geçtikçe önemi düşecek, hatta görmezden gelinecek şehit haberleri, üzerimizde yeniden onarılmaz travmalar yaratacak şekilde medyada yer almakta ve kahramanlık edebiyatının yaratıcıları, kitle psikolojisi üzerinde kirli destanlar oluşturmaya başlamaktadır.
“Ey bu topraklar için toprağa düşen, bir karış toprağın var mıydı yaşarken?” Ataol Behramoğlu’nun dizelerini, son zamanlarda kahramanlık ve tekrar yüceltilen şehitlik kavramının yeniden yaratılmaya çalışılan algı doğrultusunda anımsamamak elde değil. Ölümü kutsallaştıran din/siyaset, şehitlik kavramının kendisini öyle yüceltir ki, anlamını sıradan ölümlülerin çözmesi olanaksızdır. Şehitlik fenomeni peygamberlikle özdeşleşen ve geride kalan yakınlarının da kutsallaştırıldığı, neredeyse değiştirilemez bir teslimiyettir!
Siyasi ihtirasın sonucu
Türkiye’de ulusal, siyasal, sınıfsal, dinsel ve askeri nedenler ve amaçlarla gerçekleşen ölümlerin karşılığı “şehit” olmaktır. Bu noktada sormamız gereken, kime göre şehit, nasıl şehit? Örnek vermek gerekirse: Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’nde şehit olan Piyade Uzman Çavuş 27 yaşındaki Ziya Sarpkaya’nın kız arkadaşı 26 yaşındaki Fatma Tepe, Facebook’ta acısını dile getirerek, “Vatan sağ olmasın, yeter başka canlar, yarım kalmışlıklar olmasın, yeter bu nasıl bir acıdır. Rabbim sabır ver bana” sözlerini paylaşırken, yaratılmaya çalışılan kahramanlık ve şehit algısında ilk yarayı açarak, sorgulanması gereken yönü gösterdi. Siyasilerin ihtirasları için ölüme gitmek, yüceltilmiş şehitlik mertebesine çıkmak mıdır?
İslam dinine göre şehitlik, nefsini Allah’a satıp, O’nun yolunda savaşan olarak tanımlanmaktadır. Yeni Türkiye ısrarını sürdüren ve meşru olmayan bir hükümet, iktidarları uğruna hem IŞİD, hem de Kürt ayrılıkçıları ile savaş durumuna geçti, mezhepsel olarak kendi dindaşları ile yapılan mücadelede ölen her bir asker şehit olmayacaktır. Kürt ayrılıkçı hareketini asıl hedef seçen siyasetin başındakiler, şehit güzellemesini ölümler çoğaldıkça yapmaya devam edecektir!
İlla ölüm mü?
Ölümlerin salt Türkiye’de, eğitimin ulusçu-ideolojik işlevine ve zorunlu askerlik hizmetinin ulus kuruculuğunda bir kimlik ve beden hafızası yaratma amacına yönelik olması yönünde yapılacak bir saptama, ülkenin içinde bulunduğu kaosta eksik olacaktır. Doğu’da ya da Güneydoğu’da çatışmalarda yaşamını yitiren erlerin ailelerini, şehit analarını hangi milliyetçi yaklaşımlar ve söylemlerle avutabilirsiniz? Bayrak, vatan, millet, ezan için illa ki ölmek gerekli midir?
Ulusal duyguların, dinsel ya da ideolojik söylemlerin, tumturaklı sözlerin, siyasetin/ dinin ve sosyolojinin bir gerçeği olduğunu kabul edelim; ya insana özgü yıkımlar? Ölüm doğanın değişmez bir yasası kuşkusuz ya da inananların deyişiyle bir Tanrı buyruğu, kaçınılmaz bir son(mu?) Aslında burada şu soruyu da sorabiliriz: Ölümlerin kanıksandığı Türkiye gibi bir coğrafyada, yine de ölümleri sorgulayabilmenin, şehit diyerek ölümü değil, insan diyerek yaşamı yüceltmenin olabilirliği mümkün mü?
Yaşamı yüceltmek
Ölümü değil yaşamı yüceltmenin insan için en üstün değer ve amaç olduğu gerçeğini Türkiye halkı kabul etmektedir; Tanrı, vatan, ideolojinin dışında başlatılan günümüzdeki kirli savaşın ardında yatan gerçek, tiranlar tarafından ‘Şehitlik’ perdesi ile karartılmak istenmektedir. Türkiye’de şehitlik söylencelerine ilişkin yapılabilecek tanımlamalar, militarizmin, cinsiyetçiliğin, bağnazlığın, faşizm ve milliyetçiliğin farklı türlerinin bir tehdit olarak hala güncelliğini korumakta olduğunu göstermektedir.
Ölümü kutsayan, öldürerek beslenen, ölüler üzerinden yarar sağlayan günümüz politikalarına karşı insanı ve yaşamı odak alan; öldürmek değil yaşatmak amacında olan yeni bir toplum ve siyaset anlayışını geliştirmek için yılgınlığa düşülmemelidir!
Bayram Sarı
Yazar
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!