Yakın geçmişte Atatürk’e sözle saldıran, baltayla anıtlarını kırmaya kalkışanlara... Basının büyük bölümü, hatta siyasetçiler, güvenlikten sorumlu olanlar “meczup” deyip geçtiler. Bu kişilerin hangisi ceza aldı, hangisi yan kapıdan salındı? Saldırı(lar) bireysel mi, örgütsel mi? Siyasetin suskunluğu... Bu suskunlukla beslenen basının olay oluşumları kulak ardı etmesi... Bitmiyor.
Sözlüklere bakıp “meczup”a Tanrı aşkıyla aklını yitirmiş, “deli, sapık” demek yeter mi? Atatürk’e, anıtlarına, devrimlere, cumhuriyete saldıranlara “meczup” demek, ilk temizlik... Şu ya da bu nedenle kafayı yiyen(ler)i, Atatürk’e, devrimlere saldıranı sapık yerine koyduğumuzda... Delidir, ne yapsa yeridir diyenleri haklı bulduğumuzda, onu toplumun gözünde aklama yolunu açıyorsak... Tehlike büyük; çünkü eğitim düzeyi, yaşananları kendi aklı, yurttaşlık bilinciyle anlama algılama yetisi köreltilenler... Deli ya da mazlum yaratma eğilimindedir, “meczup”ları çabuk unutabilirler. Bugüne dek Atatürk’e, anıtlarına, devrimlere, cumhuriyete saldıranlar, onları kollayanlar kim?
İlginçtir... “Meczup”lar nedense hep belli bir kesimden fışkırıyor. Hak aramak için sokaklara dökülen işçiyi, emekliyi, memuru... Maden takıntısıyla delik deşik edilen dağını ovasını koruyanı jandarmayla polise kovalatan, gençleri saçından tutup sürüten anlayış, “meczup”un ağzını kapatarak götürüyor... Peki, sonrası...
Yalanı yanlışı keskin balta gibi sallayanlar ekranlarda, bazı üniversitelerde, sokaklarda... “Meczup”luk yalnız balta keserle anıtlara saldırmak, yakası açılmadık sövgüler saymak değil ki... Nasıl böyle sıra sıra “dil meczubu” siyasetçi, aydınımsı, gazetecimsi, akademisyen üreten bir ülke olduk? 2000’lerin ilk çeyreğinde ekrandakilerin dili görüntüsü, birkaç sözcük, bir iki sövgü değişimiyle sokaktakini aratmıyor... Üstelik bunların çoğu yoksul halkın vergisiyle aylıklı koltuklu... Atatürk’ün anıtları, ona inananların burnu kırılırsa Kemalistler de yıkılırmış... Cumhuriyet yıkılır giderse, laiklik silinir padişahlık ve şeriat gelirmiş...
Yıl 2025; RTÜK’ün gözüne çarpmayan onlarca kanaldan birine ikisine beş on dakika takılınca, baltayla Atatürk anıtlarına saldıranları görüyor gibiyiz... İki hanımefendi, biri akademik sanlı... Daha dün batıl batının radyosunu, TV’sini “haram” sayan, kadınların ekranda görünmesini “günah” bilen anlayışın camındalar... Önlerinde pahalı olduğu belli bilgisayarlar... Gazeteci çanak soruları sıralıyor; doktoralı olan adını anmadan Atatürk’e göndermeler yaparak, cumhuriyetin ilk yıllarında dolanarak adının önündeki sanı, varlığını sıfırlarcasına mangalda kül bırakmıyor. “Kemalist rejimin açıklarını kullanan bazı belediye başkanları” diyerek gündeme de dalıyor, danışıklı dövüşle diploması silinen Ekrem İmamoğlu’nun... “Kendini cumhuriyetin sahibi sanan” partinin inanca, kadim tarihimize zarar verdiğini söyleyerek düşündeşlerine, “velinimeti” bildiği kişi ve kurumlara da selam çakıyor. Söyleşiyi yapanlar kadın, konu dolma sarma olabilir... Fırsat buldun mu laik Cumhuriyete Atatürkçülere hücum! Hocanım, “İlmi her şeyin üstünde görmek, bir nevi taassuptur” diyerek noktalıyor.
Aklı kavanozda saklılara bakılırsa “ilim taassup...” Oysa her dalın, “ilahiyat”ın da bilimi var... İnsan aklının tüm yaratımlarını, bilgisayarlı olanakları tepe tepe kullananlar... Okumuşları sevmeyen, sabah akşam iletişimin araçlarını, ortak dili kullanarak... “Fit” verdikleri “meczup”ları gazlayanlar var.
Mustafa Kemal’in ülkesi nasıl oluyor da hâlâ “meczup”lar üretiyor, bu kimin utancı?