Bizim kuşak cumhuriyet devrimlerinin ışığında ulusal bayramları coşkuyla yerli malı haftalarını olanaksızı olanaklı kılarak kutlayan Atatürk Türkiyesine doğmuştu. Biz büyürken laik eğitimle, Atatürk’le, devrimlerle hesaplaşan, devrimlerden ödün veren... Kimi, “ince demokrasiye paydos” diyen, çoğu kurmaca “ileri demokrasi”yi ağzına gözüne bulaştıran onlarca iktidar geldi geçti. Gündemi saat başı değişen Türkiye’de bir yanda laik cumhuriyete ve devrimlere inanan, ussal ve bilimsel olandan başka doğru tanımayanlar... Öte yanda laik cumhuriyetle ve devrimlerle kavgalı karşıdevrimin çocukları da büyüyordu.
1950’ler biterken ilkokulluyduk. Bütün okulların kitaplık kolu vardı. Boynumuza bir kumbara asar, Kızılay’a bağış rozetleri satarak kasaba kent sokaklarında yarışırdık. Öğretmen(ler) imiz, yerli malı haftalarını bizimle yaşardı. Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün, ekonomik bağımsızlığımızın korunması için hem çok üretken hem çok tutumlu olmamızı istediklerini çocukken öğrenmiştik.
1930’lardan 60’lara dek yerli malı haftaları toplumca içselleştirilmişti. Kentlerde köylerde yerli sebze meyveler, halılar, kumaşlarla sergiler açılıyor, vitrinler, yarışmalar düzenleniyor... Çiftçiler, römorklara yükledikleri ürünleri dağıta dağıta dolaşıyorlardı. Şiirler şarkılar söyleyerek, dans ederek, koşarak yarışarak yerli malının öneminin içselleştirirken... Okulda arkadaşlarımızın sırasını boş bırakmaz... Ev börek çöreklerini, meyveleri, kuruyemişi paylaşırken... Okula fincan, peçete, kesmeşekerle gider olduk. ABD’den gelen toz kazanlarda eritiliyor, bu karışım bize “süt” diye içiriliyor, lastik gibi sarı peynirler dayatılıyordu. Yoksullaşan ailelerin süte peynire uzaklaştığı döneme girilirken yoksula, “Zeytin peynir yesin” aklı veren de çoktu. Toplum değişiyordu.
Ülke hızla değişiyordu. Süttozunun, naylonun, plastiğin, sanayağının, milengazın peşinden ABD’li barış gönüllüleri okullara dalmıştı. Sınıfın çalışkanı ırmaklarının debisinden madenlerinin tonajına dek ABD’yi sular seller gibi anlatınca barış gönüllüsü, “İstilaya mı geleceksiniz?” diye diklenmişti. Kendi coğrafyasını öğrenemeyen yurdum insanı, 1950’deki iktidarın ABD’ye ödünleri sonucu devlete borçlandığını, tarımdan koptuğunu göremiyordu. “Yerli malı yurdun malı herkes bunu kullanmalı” savı afişlerde kalıyor... “Küçük Amerika olacağız” düşü kuranlarla “yerli” olandan uzaklaşıyorduk.
Yerli malı haftası, “Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası” adıyla kutlanır gibi yapılıyordu. Ege’nin zeytini, inciri... Karadeniz’in fındığı, Akdeniz’in portakalı emekle üretiliyor... Ancak hiç kimsenin usuna 2000’lerin ilk çeyreğinde yerli üretime bu denli yabancılaşacağımız... Yerli malı haftalarında çocukların masasına bir avuç fındık, iki portakal... Okullarına bir kalıp yerli sabun, bir bardak yerli süt koyamaz olacağımız gelmiyordu.
Fındık portakal olmasa, ne gam... 2025’in yerli malı haftasında birçok okulda... Meclis kreşinde bile 2-6 yaş arasındaki çocuklara “Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA)” tanıtılarak... “Yerli silahların savaştaki etkisi ve yol açtığı şiddet yüceltilerek anlatıldı...”
Adıyaman’da öğrencilerin katıldığı etkinliklerde, “...din görevlilerinin okullara girmesini sağlayan ÇEDES programı kapsamında... ‘Gençlik Buluşması’ adı altında öğrenciler kentteki Meydan Camisinde bir araya getirildi. ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin önemi konuşuldu...”
“Yerli Malı Haftasında büyük dönüşüm: Kuruyemiş kek çocukları gitti! Altay, Togg, Kızılelma çocukları geldi...”
Okul, çocuk, silah... Akıl akıl, gel MEB’ye takıl...