Bu başlığı 2010’da kullanmış, birkaç ay önce benzer başlıkla ve kimbilir kaçıncı kez sormuştum. Onlarca düşün, bilim sanat insanı, hukukçu düşünce özgürlüğünün, egemen(ler) in kendi dünya görüşünü süsleme, resimleme gösterisi olduğunu... Kaç kez haykırdılar, dolduk taştık!
Bugünlerde en ağır sorunumuz yine bu. Çoğumuzun çocukluğundan bugüne düşünce özgürlüğü güçlüler, iktidarlar ve yandaşları için muhaliflere gece gündüz bedelsiz, beleş atış alanı... Büyük küçük herkes konuşsun da... Ama düşünce olan söylensin! Özgür düşünceyi silahla eşleştirenler de benzer sözleri geveler dururlar... Tekerleme oldu... Yahu 2025’te yirmili, dahası onlu yaştaki çocukların başı iki tümceyle dertteyken, hangi düşünce özgürlüğü? Orun para babalarının “söylensin” yüklemi, sapana takılı taş gibi... Eleştirinin “hakaret”le eşleştirilmesine toplumun gözü önündekiler, siyasetçiler, güçlüye yapışık basının her türü her rengi ve sosyal medya gaz veriyor. İş, karakolda bitti mi, eyvah!
Atatürk’e, cumhuriyete saldırı, inanç köken farkını kaşıyarak barış arayışı... Sosyal medyada başkentte hilafet gösterileri... Genç ölümleri, kadın cinayetleri, orman yangınları... Askıdaki özgürlükle ekmek... Paldır küldür zindana atılan belediye başkanları, bürokratlar, avukatlar, gazeteciler, öğrenciler... Hak arayan işçiler, zeytinine tarlasına sahip çıkan köylüler çiftçiler... Mesleği varken mesleksiz kalan gençler, emekliler... Evlerden şirketlere, küçük işletmelerden sokaklara... Düşünce özgürlüğü her yerde su, hava, ekmekken biz ne yaşıyoruz?
Ulusal egemenliğini koruyan... Yurttaşının tüm haklarını güvenceye alan ülkelerde düşünce özgürlüğü deyince gözler ilkin iki kurumu... İktidar ile muhalefeti arar. Bu iki kurumun demokratik olması gereken yarışı, bizimki gibi çalkantılı demokrasilerde kimi kez yarış olmaktan çıkınca... Doğru yanlış, suçlama karalama, yalan dolan, şaibe havada uçuşur, halkı yaz kış üşüten savrulma başlar.
Düşünce özgürlüğünün sözde kaldığı bu dönemde muhalefetin bir bölümüyle özgür kalamayan basına takıntılıyım. RTÜK’çe denetlendiği kuşkulu kimi TV’lerde 24 saat ortak bir senaryonun ortak “replik”leriyle rezilce oynanıyor. Açık kapalı suçlamalar, göndermelerle Atatürk, cumhuriyet, laiklik, eğitim, aydınlanmacılar... 2024 Martında yerel seçimden birinci çıkan muhalefet... 2025 Martından bu yana da muhalefet belediyelerinin tutuklu başkanları, ekipleri, “makam şoförler”i yargılama, “iddianame” yokken... “Suç örgütü lideri, hırsız, yolsuz...” denilerek aileleriyle birlikte tartaklanıyor.
Düşünce özgürlüğünü, kendi(ler)ine bağışlanan hak görenler kim? Kanallar arası görev savan, ilk tümcede tek yumurta ikizi oluveren gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler... İç dış, tüm sorunlara sağır olanlara göre... Devletin okulları duradursun, “cemaatler tarikatlar”la “ümmet” yepyeni “vizyon misyon” kazanıyor... Laikçiler, devrimlerimiz diye diye “kadim” tarihimizi siliyormuş.
Türkçeyi, “kelime katliamına maruz bıraktı” dedikleri devrimin sözcükleriyle yalanı yanlışı satıyorlar. Uğur Mumcu’nun dediği gibi sarığı sandıkla buluştura buluştura geldik 2025’e... Ekmeğin buğdayı, köftenin eti ithal... Egemenlerin, çokbilmiş basının düşüncesi, her eylemi yerli milli...
Ruşen Eşref Ünaydın, 1932’deki ilk Türk Dili Kurultayında şöyle demişti:
“Mustafa Kemalce düşünmek demek, incelemek, bütünleştirmek, bilinçlendirmek, düzene sokmak, sistemleştirmek demektir.”
Mustafa Kemalce düşünmekten asla caymayız!
“Ümmet” değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşlarıyız!
Düşünce, dille akar!
Sel gider, kum kalır!