Cumhuriyet “12 YILLIK YALAN BİTTİ” manşeti ile çıktı. Sözcü ise mağdurların fotoğrafları ile “HAKKIMIZI HELAL ETMİYORUZ” diye haykırıyor. Her iki gazete de bu konunun yıllardır takipçileri. Bakın, Hürriyet bile “KUMPAS TARİHE GÖMÜLDÜ” diye başlık atmış. Tabii onunki o kadar geçerli değil! Bugün Cumhurbaşkanı ve iktidarın yönlendirmesiyle FETÖ davalarından “kumpas” diye söz etmek, pek cesur bir tavır sayılmaz. Mühim olan bu kumpaslar yaşanırken doğruları yüksek sesle savunabilmekti. Zaten gazetecilik bunu gerektirmez miydi? Ben buradan Hürriyet’e fazla riskli olmayan bir şans daha veriyorum: Buyurun Sözcü davasına bizler kadar sahip çıkın. “Bunlar saçma sapan kumpaslar, aynen FETÖ davası gibi vakit kaybediyorsunuz” deyin. “Emin Çölaşan yıllarca bizde yazmış, Türk basınının en değerli yüz aklarından biridir” deyin. “Burak Akbay’ın gazetesi sürekli olarak Fetö ’cüleri deşifre edip suçladı” diye hatırlatmalar yapın! “Bu abartılı sulandırmaların FETÖ’cülerden başka hiç kimseye faydası yok!” deyin...
Ya da... ya da daha da radikal bir manşet atın Hürriyet olarak! Hani şimdi “Kumpas Tarihe Gömüldü” diyorsunuz ya? Her gün haklı olarak FETÖ olayının üstüne gidiyorsunuz ya, herhalde haberiniz vardır basın olarak, dün ağır bir bulvar tiyatrosu rezaleti yaşandı. Yıllardır Fethullah Gülen terör örgütü ile canını ve hayatını riske ederek birinci elden savaşan Oda TV’nin gözü pek genel yayın yönetmenlerinden Barış Pehlivan hakkında, TERÖ- RİSTBAŞI FETTULLAH GÜLEN’İN ŞİKÂYETİYLE HAPİS KARARI ÇIKTI! Vallahi şaka yapmıyorum. Barış Pehlivan’ı bu rezaletlere karşı savunacaksanız, şimdi savunun! Dört yıl sonra yaşanan usdışı kumpasların içyüzü ortaya dökülüp kanıtlandıktan sonra değil! 8 sütuna manşet atın: “Barış Pehlivan bu gerekçeyle suçluysa, FETÖ’ye teröristbaşı diyen bütün siyasetçiler de suçlu!” Bunu yapacak cesaretiniz varsa, ki emin olun ilkokul üç seviyesinde mantık buna yeter, o zaman sizi alkışlarım ve Ergenekon hakkındaki kumpas sözleriniz havada kalmamış olur!
Ne yıllardı onlar... 2009-2013 arasında sürekli Silivri’ye taşındık. İkinci Dünya Savaşı film karelerine benzeyen bir ortam vardı. Bir hafıza kartı bile yanlışlıkla cüzdanınızda kalmışsa içeri alınmazdınız. Normalde tutuklularla hiçbir vücut teması yoktu, bir gün dava küçük salonda görüldü ve gardiyanlar görmeden Balbay ve Özkan’la hızlı bir şekilde kucaklaşabildik. İçimiz parçalanıyordu her defasında... “İçim Parçalanıyor” başlıklı bir sergi açtım, Caddebostan Kültür Merkezi’nde ve Piramid Sanat’ta. Hem de ne zaman biliyor musunuz? O alçak örgütün yargı ve polise sızmış elemanları, her sabah yazarların, gazetecilerin, askerlerin evlerine baskın yapıp bilgisayarlarına montaj deliller yerleştirerek onları apar topar Silivri’ye taşıdıkları dönemde... Bir yandan Cumhuriyet’te Silivri davalarını tüm çıplaklıkları, mantıksızlıkları ve kabul edilemezlikleri ile teşhir ediyor, bir yandan da hemen ardından Ankara’ya taşıdığım bu sergi ile uğraşıyordum. Bana da her an dokunabileceklerini bilmiyor muydum? Tabii ki biliyordum. Ama istediklerimi özgürce yapmanın dışında, bize her kötülüğü yapsalar bile hiçbir şekilde korkutamayacaklarını onların suratına çarpmanın mutluluğu hiçbir şeyle değişilmezdi.
O günlerde AKP iktidarı ve FETÖ göz göze, diz dizeydiler! FETÖ’nün medya uzantıları ve çeşitli AKP ileri gelenleri Kemalizme karşı altın bir ittifak içindeydiler ve aralarındaki pasta bölümü savaşı başlamamıştı. Bizlerden başka açık hedefleri yoktu. Canlı yayında gerçekleri anlatırken veya bu sütunlarda savaşımızı verirken, karşımızdaki kilit dayanışmanın kalemşorları ve ekran gevezeleri aynı cümlelerle bizleri laik militarist, anti-demokrat ve Türkiye’nin safralarından arınmasına tahammül edemeyen eski tipolojiler olarak görürlerdi! Tabii bunlar en hafifiydi. Sürekli olarak sataşmalar ve imalarla Ergenekon hücrelerine yeni masum isimler katmaya çalışanlar hiç de az değildi. Hepsinin kimliği arşivlerde elimizin altında duruyor. FETÖ-2. Cumhuriyet’in “Zihni Sinir Procesi”- ılımlı İslam ve onların siyasi uzantıları, artık durdurulamaz bir güç yumağı oluşturduklarına inanıyorlardı. Öte yandan gururla izlediğim davalarda Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Doğu Perinçek, Hikmet Çiçek ve daha nice tutuklu, şimdi firari veya hapiste olan o hâkimlerin ve savcıların yüzüne haykırıyorlardı: “Bu Cumhuriyeti çökertmeye gücünüz yetmez, Türk milleti bu komployu yenecek, tarihe gömecek!”
Aradan 10 yıl geçti. Silivri’deki çağdışı mahkeme salonunun havaalanlarını solda sıfır bırakan aramaları, mahkeme salonuna hiçbir teknolojik aletin veya zerrenin sokulmaması, duruşmaların mantıksızlığı, çekilmezliği ve insandışılığı unutulmaz! Aynen kumpasa karşı direnen bizlerin o çağdışı ortamlardaki dayanışması ve dostluğu gibi. Balbay, Özkan, Mehmet Haberal, Perinçek, Fatih Hilmioğlu, Ergün Poyraz, Soner Yalçın, Sevgi Erenerol, Ali Özoğlu, Mehmet Demirtaş ve daha nice değerli aydınımız Ergenekon’a mertçe direndiler. Dursun Çiçek, Mehmet Ali Çelebi, Tuncer Kılınç, Kemal Yavuz, Hurşit Tolon, Hasan Ataman Yıldırım, Hasan Atilla Uğur, Turgay Erdağ, Murat Özenalp, Ali Sadi Ünsal Balyoz kumpasına direnen değerli komutan ve askerlerimizden bazılarıydı. Celal Ülgen, Hüseyin Ersöz, Zeynep Küçük, İrem Çiçek ve daha birçok yürekli avukatımız yaşanan her savunma hakkı sabotajına direndiler, delillerin uydurmalığını kanıtladılar. Ve sürekli Silivri’ye taşınan yüzlerce-binlerce cumhuriyetçi demokrat aydın: Rahmetli Tarık Akan, Ataol Behramoğlu, Ümit Zileli, Mehmet Aksoy, Ekrem Kahraman, Orhan Aydın, Genco Erkal ve daha sayısız isim... Bundan 8 yıl önce, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, “Ne şikesi, memleket elden gidiyor!” diye haykırdığında kaç kişi vardı ülkede, onun demek istediğini anlayabilen? Bir de tabii Ergenekon/Balyoz’da kaybettiğimiz demokrasi şehitlerimiz var. Yarbay Ali Tatar, Kuddusi Okkır, Kaşif Kozinoğlu ve daha birçok acı ölüm! Sevgili İlhan Selçuk ve Türkan Saylan’ın sağlık dengelerinin bu alçak baskınlarda altüst edildiğini bilmeyen var mı?
Tarihinin yüz karası bu davalarla ilgili size hatırlatacağım o kadar çok olay ve cümle var ki... Şimdilik bu kadar.
Bakın hangi Ergenekon iflas etmiş?
Yazarın Son Yazıları
İnsanlarımız şaşkın.
1970’lerde, İstanbul’da Tenis Eskrim Dağcılık Kulübü’nde eski şampiyonlarımızdan Fehmi Kızıl vardı.
CHP kurultayı, bu hafta sonu her zamanki gibi büyük bir medya ilgisi altında yaşanacak.
İddianame açıklaması yüzünden geçen hafta yazamadığım konuya hemen giriyorum.
Pek de sürpriz olmadı.
Paranın sahtesi vardır, kalpazanlar basar.
Dün Cumhuriyet Bayramımızı kutladık.
Siyaset, insanların daha iyi yaşaması için yapılır, dünyanın neresinde olursa olsun.
Trump bozulmuş, “Nasıl olur da Nobel Barış Ödülü bana verilmez?!” “Ben yedi savaş durdurdum, gidip hiçbir şeyi yapamamış birine verecekler o ödülü” deyip duruyordu.
Sinan Ateş cinayetinin dumanı tütmeye devam ederken bu cinayetin bir numaralı sanığı 90’lı yılları anımsatan bir şekilde güpegündüz öldürüldü.
Bugünlerde, Trump ve Netanyahu’nun anlaşarak Ortadoğu’ya ve Filistin’e dayattıkları yeni düzenin ve “sözde” barışın hangi hızda yaşama geçip geçemeyeceğini öğreneceğiz, tabii yeni sürprizlerle karşılaşmazsak...
Fenerbahçe Spor Kulübü’nde nöbet değişimi oldu.
Daha iki yıl önce kazanması için elimizden geleni yaptığımız, uğruna 24 saat koşturduğumuz Kılıçdaroğlu’nun, o gece kendisine umut bağlayan milyonların neredeyse tamamını karşısına alacak pasif duruşu ve agresif sessizliğiyle, Vito’larına binip kaybolmasına şahit olmak bize nasipmiş...
Türkiye, darbe günlerinde gördüğü sahneleri yaşadı.
Bunu da gördük.
Dün aldığım bu mektubu sizlerle paylaşmak istedim.
Haftada bir köşe yazısı kaleme alarak gündemi yakalamak için, şapkadan üç değil, beş tavşan çıkarmanız lazım!
Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Erbaş...
Cumhuriyet Halk Partisi, tabanından ve partinin ileri gelenlerinden yapılan bütün uyarılara rağmen komisyona katıldı.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve MYK’sının bu ikazları dikkatle değerlendirmeye alacaklarına inanıyorum.
Yıl 1955, genç gazeteci Altan Öymen ve iki polis Ankara kışının ortasında…
Gündem aşırı yoğun. Ekrem İmamoğlu’na açılan en akıl almaz davalardan biri dün karara bağlandı.
Gündem belli: AKP’nin “muhalefetsiz demokrasi modeli” için yaptığı çalışmalar...
Dün, 2 Temmuz’du… 32 yıl önce yobazların 35 aydınımızı yakarak katletmesinin yıldönümü...
Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu sayesinde CHP’nin birinci parti konumuna yükseldiğini gören AKP, ne yapıp edip bu iki lideri durdurmak için her şeyi yaptı ve yapmaya da devam ediyor.
Aslında bu köşe yazısını kaleme almanın hiçbir anlamının olmayacağı 36 saatlik süreç yaşıyoruz...
Her ölüm dayanılmaz bir acıdır. Şayet o ölüm, kalp krizi, trafik kazası, elektrik çarpması, cinayet veya intiharla gelmiş ise insan nefes alamaz hale gelir.
Yaşam akıp giderken, siyasi olaylara karşı yorumlar -tahminlerim bazen çok emin görünseler de- altüst olabiliyor.
Hayat, iyi ve kötü olaylar arasında oluşan düğümler şeklinde akan öznel bir film gibi. Seviniyoruz, üzülüyoruz, kahroluyoruz, âşık oluyoruz, şaşırıyoruz, kâh siyasetçilere kâh en yakınlarımıza kâh tuttuğumuz takıma kızıyoruz.
Bazen içiniz tıkanır ya, nefes alamaz gibi olursunuz. Uyumak istersiniz ama uyuyamazsınız. İçiniz isyanlardadır, konuşacak kimseniz yoktur. Bütün bunları yaşarken bir de kapana kısılmış fare gibi trafikte kalmışsınızdır mesela!
Hayatı terör yüzünden kararmış aileler için acaba 12 Mayıs 2025 itibarıyla acılar son bulacak mı, yoksa bu tarih iç ve dış siyasetimizi daha da büyük kargaşaya taşıyacak kritik bir eşik mi olacak?
Sokaktaki kediden lidere kadar her yer şiddet!
Dünyanın sahte demokrasi parodileri (Trump ve ötesi)
Subianto-Nutuk-Abdullah amcamız!
Erdoğan’ın, yenilmez bir İmamoğlu’na katkıları
‘Parti devleti’ ve öncü muhalefet
Gezi ve Saraçhane farkı!
Çok "özel" bir lider, Özgür Özel
İmamoğlu ve demokrasi halka emanet
Çifte standartlar ülkesinde demokrasi mücadelesi