Pek de sürpriz olmadı. Er meydanına, eşit rekabete, siyaset etiğine uyulmayan bir ortamda, daha ileri gidilerek sandığı ve adayı direkt safdışı bırakma çabalarına kim şaşırabilir ki?
EKREM İMAMOĞLU TEHDİDİ VE DAVA ŞELALELERİ
İmamoğlu iddianamesini herkes merakla bekliyordu. Erdoğan’a karşı kazanacağı daha en başından belli bir genç lider vardı ortada. Karadenizliydi, halkın sevgilisiydi ve İstanbul’da Erdoğan’ın adaylarını üç kere yenmişti. Bu, AKP’nin hiç beklemediği bir sonuçtu.
“İstanbul’u alan” isim, şimdi de Türkiye’nin yeni lideri olmak istiyordu! İşin kötüsü, anketler, halkın teveccühü, uluslararası siyasi ortamın ve basının ilgisi, AKP için iyi gitmiyordu. Tez durdurulması lazımdı. İmamoğlu aleyhine o kadar çok dava açıldı ki sonunda takip edilemez oldu! İlk davalardan biri, sanırım, “ahmak” davasıydı. Bunun dışında Ordu valisine hakaret, Beylikdüzü ihale davası, diploma “kavgası” ve en son “casus” davası. Tabii bunlar bazıları! Bu davaların iddianamelerini yabancı gazeteci ve hukuk insanlarına gösterseniz sizi ciddiye almaları pek mümkün olmazdı. Davalar 19 Mart’tan önce ve sonra birbirini takip etti!
Strateji belliydi, kaybedilen belediyelere sırayla el konularak pasivize edilecek veya geri alınacaklardı!
ALTERNATİFLERİN ÖNÜ NASIL KESİLİR
Erken seçim, parlamentoda gereken desteği görmeyeceği için reddedilecek bir formüldü diyelim. İmamoğlu her ne pahasına olursa olsun serbest bırakılmayacağı için adaylığı düşse de 2028 yılında bekleyen sandık, RTE açısından ciddi bir tehlikeydi. Çünkü, 2023 seçiminde olduğu gibi, Mansur Yavaş da güçlü bir potansiyel aday olarak bekliyordu.
Bazıları, benzer yöntemlerle Yavaş’ın da engellenebileceğini telkin ediyorlardı. Ama Saraçhane’den başlayan rüzgâr, bir Özgür Özel fırtınası haline dönüşmüştü. O fırtınanın bir kasırgaya dönüşeceği de objektif meteoroloji uzmanlarınca net olarak ifade edilmeye başlanmıştı. Kâbus öyle boyutlardaydı ki bu CHP denilen “ana muhalefet” odağı, her an dördüncü, beşinci, hatta altıncı adayı bile çıkarabilirdi.
CHP’Yİ TOPUN AĞZINA KOYANLAR
İmamoğlu iddianamesi, sonuçta kendi içinde genişletilerek CHP’nin iddianamesine dönüştürülmüş. Neden olmasın ki? Kimi yorumlara göre, belki de artık CHP “topun ağzına kondu”.
Başsavcı evvelsi gün saat 14.30’da basın toplantısı yapacağını duyurduğu zaman, bunun İBB iddianamesi ile ilgili olacağı düşünüldü. İmamoğlu hakkında 828 yıldan 2352 yıla kadar hapis istemi, birkaç tuğla boyunda bir iddianame ile geldi. 402 şüpheli 143 eylem... Say say bitmez. İddianamenin PDF’i ortada geziniyor. Biraz inceledim. Yarım saat çeviriyorsunuz, ancak 57. sayfaya geliyorsunuz. Toplam 3739 sayfa! İlgili avukatlara, hukukçulara, gazetecilere Allah kolaylık versin.
İddianamedeki, birçoğu gizli tanıklarca gelen suçlamaların “hatırladığım kadarıyla”, “bilmiyorum”, “duydum”, “bildiğim kadarıyla”, “olabilir”, “söylemişti”, “düşünüyorum”, “duyduk”, “duyduğuma göre”, “hissettim” gibi defalarca tekrarlanan kelimelerle yöneltilmiş olması, “ahtapotun kolları” ifadesinin daha önce cumhurbaşkanı tarafından kullanılmış olmasına rağmen iddianameye aynen girmiş olması ve sayfa enflasyonun ortasında, iddia makamının kanıtlarını getirip suçları ispat etme zorunluluğu yerine, adeta şüphelilerin suçsuzluklarını ispat etmeye çalışmak gibi bir yöntemle karşı karşıya kalmaları, bu metni gözden geçirirken aklımızdan geçenlerden bazıları.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın (Anayasa 68. ve 69. maddeleri, SPK 101. maddesi üzerinden), CHP’nin sorumluluğundaki verilerin usulsüz sızdırıldığı iddiasını Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirmesi konusunda CHP avukatı Çağlar Çağlayan şu hatırlatmayı yaptı: “Kanuna göre İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan böyle bir istekte (kapatma) bulunma imkânı yok, o bir ihbarda bulunacak, kapat-kapatma gibi bir şey söyleyemeyecektir ama en başından beri kapatma niyetiyle hareket ettikleri çok belli.”
İmamoğlu’na yöneltilen suçlardan biri “CHP kurultayı ile CHP’yi ele geçirme, sonra cumhurbaşkanı adayı olma”. İyi de bu siyasette yükselmek isteyenlerin izlediği normal olan yol değil mi? Sayın Erdoğan farklı bir yol mu izledi? Şu farkla ki AKP’yi “ele geçirmedi”, aynı olağan siyasi emellerle kendi eliyle kurdu.
Başsavcılık, CHP hakkında birçok suç duyurusunda bulunmuş: “Seçim çalışmaları için kamu kaynaklarının suistimal edildiği”, “suç gelirlerinin parti üst yönetiminin bilgisi ve onayıyla bir havuza (sistem) aktarıldığı”, “etkin pişmanlıktan yararlanmak isteyen kişi beyanlarıyla rüşvet ağının itiraf edildiği”, “CHP’nin suçtan kaynaklanan gelirlerle partiye mal varlığı kazandırdığı” gibi.
Öte yandan, başsavcılık “Bir kısım medya organlarında belirtildiği gibi partinin kapatılmasına yönelik bir talep söz konusu değildir” açıklaması yaptı! Haydi çık işin içinden!
ERDOĞAN ‘PARTİ KAPATMALARA KARŞI’!
İBB/İmamoğlu iddianamesi, bir CHP’yi kapatma davasına dönüşürse Türkiye Cumhuriyeti ciddi bir kaosa sürüklenir. Ülkenin üçte ikisi bunu kabul etmez. İçine düştüğümüz ekonomik çıkmazı daha da büyük felaketlere taşıyacak daha korkunç bir senaryo olamaz.
2008 yılında, başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya, “AKP’nin laiklik aykırı fiillerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle partinin kapatılması ve 71 kişinin beş yıl süreyle siyasetten uzaklaştırılması istemiyle açtığı dava sonucunda, altı üye kapatılmaması, beş üye kapatılması yönünde oy kullanmış ve son anda oyu değiştiği söylenen bir AYM üyesi sayesinde parti açık kalabilmişti.
Sayın Erdoğan’ın o dönemde “demokratik bir ülkede partiler kapatılamaz” şeklindeki demeçlerini ve çıkışlarını çok iyi hatırlıyorum. Dolayısıyla şayet CHP’ye karşı böyle bir dava açmaya kalkışılırsa herhalde buna en çok karşı çıkacak kişi, kendisiyle tutarlı kalmak isteyecek olan, sayın Erdoğan olur. Sizce de öyle değil mi, sevgili okurlarım?