İddianame açıklaması yüzünden geçen hafta yazamadığım konuya hemen giriyorum. “Bakalım 10 Kasım barometreleri ne durumda?” diye görmek için o gün ulaşabildiğim her gazeteyi aldım. Yandaş basın ikiye ayrılmıştı; Yeni Şafak/Takvim gibi bir kutucukla idare edenler, Sabah gibi kapaktan haber ve içeride birkaç sayfa ile Atatürk’ü seçtiği yorumlarla ananlar. Adını anmak istemediğim bir yobaz gazeteyi ise bulamadım, ama tavırlarını tahmin edebiliyorum!
Bu anlattıklarımda sürpriz yok. Ama mesela BirGün ve Evrensel gibi sol-sosyalist gazeteler de aynen yandaş gazeteler gibi işi kutucuklarla savuşturmayı başarmışlardı. BirGün’de ayrıca bir köşe yazısı da vardı.
Yandaşların veya yobazların Atatürk’ü neden sevmediklerini ve yok saydıklarını anlamak mümkün. Ama kendisini “sol-sosyalist-muhalif” olarak tanımlayan herhangi bir yayının Atatürk’e aynen yandaşlar düzeyinde yaklaşmasına “pes” dedim.
Acaba Atatürk’ün suçu Osmanlı’nın çöküşünden bağımsız bir devlet kurmuş olması ve hilafete son vermiş olması mı size göre? Yoksa derdiniz, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşarken de laiklikle beraber demokrasinin de tüm altyapısını hazırlamış, kurduğu rejimin de sonunda çok partili sisteme geçmeyi başarmış olması mı? Onun için mi hazmedemiyorsunuz? “Biz cahillerin, üniversite mezunu olmayanların oy vermesine karşıyız, bu demokrasi o yüzden işlemiyor” deseniz, hadi diyelim bu sizin görüşünüzdür, onu tartışırız. Ama öyle bir duruşunuz da yok! Yani ne dediğiniz belli değil.
Belki tek parti rejimi istiyorsunuz. Hemen hatırlatayım size onları, Stalin-Hitler-Franco-Humeyni… Ortak noktaları milyonlarca insanı yok etmek. Mesela Stalin ve Hitler birbirleriyle savaş halindeydiler. Ama ülkelerinin içine baktığımızda maalesef gördüklerimiz birbirinden çok farklı değildi.
Belli ki Atatürk’ün, Sovyet Bloku’na dönüşecek Bolşevizm’e boyun eğmeyişini,
Onlarla olan çeşitli işbirlikleri ve ortak düşmanlara karşı mücadele kararlılıklarına rağmen onların düşüncelerine ve siyasi iradelerine iltihak etmeyişini hazmedememişsiniz. Zaten bu yüzden hep “Devrimleri tam yapamadı, sosyalizme geçemedi” şeklinde eleştirirsiniz kendisini. Onu “nihai cesur adımı atamamış biri” olarak görürsünüz!
MUSTAFA KEMAL NİYE SOVYETLERE YANAŞMAK İSTEMEDİ?
Halbuki Atatürk o adımı, büyük bir farkındalıkla ve berraklık içinde bilerek “atmadı”. Çünkü tek partili sosyalist rejimlerin, düşünce özgürlüğüne ve kendi deyimi ile “serbest münakaşa”ya karşı olduğunu biliyordu. Lenin’le olan karşılıklı saygı dolu mektuplaşmalarına karşın, böyle bir sistemin tıkanacağını, teoriyle pratiğin örtüşemeyeceğini öngörebilmişti. Sovyetler de zaten buna bağlı nedenlerle, Stalin döneminde ve ötesinde kendi ülkesinde esir gibi yaşayan, tek parti rejiminin diktasına boyun eğmeye mecbur kalan bir halkın, yani “yitirilmiş kuşakların” adım adım on yıllar içinde yükselen tepkisi ile çöktü. Berlin Duvarı bir günde yıkılmadı. Mustafa Kemal ise karma ekonomiyi seçerek devlet sektörü ve özel sektör arasında bir denge yolu seçti, halkının dünyaya açılmasını ve medeniyetle kucaklaşmasını istedi. Çelik tellerle örülmüş sınırlar içinde yaşayan ve Komünist Parti üyelerinin ve yöneticilerinin ayrıcalıklı yaşamına imrenmekten başka bir çıkış yolu göremeyenlerin acısıydı bu. “Proletarya iktidarı” adeta ayrıcalıklı bir dar “Parti” sınıfının imtiyazları arasına sıkışıp kalmıştı. Nazizm ve faşizmin korkunç dünyasından tek farkı, önerdiği güzel teorik felsefe ile gözü ve ruhu okşayan duvar afişleriydi. Atatürk ise sevgi, eşitlik ve bilim-sanat ikilisini yücelterek sloganlarında barışa ve ulusun egemenliğine işaret etti.
Bugün sosyalizm, tabii ki iyi niyetli teorileri dışında konuşuyorum, fiili olarak dönemini bitirdi. Herhalde bugünkü Putin rejimini kimse sosyalist olarak tanımlamıyor! Çin’de ise eski Maoist tavırlar artık yok. Dünyanın en büyük zenginlerinin Amerika ile yarıştığı bir ülkeden söz ediyoruz. Apayrı bir konu. Onların gelişme modelinin de bir açıdan nasıl Atatürk’e benzer yollardan geçtiğini ele alan çok güzel makaleler var.
Milyonlar her yıl Lenin veya Stalin’i mezarı başında hasretle anarak onların ideolojisine olan bağlılıklarını ısrarla anlatmaktan çok uzaklar! Ama Kemalizm hem de 20. yüzyıldan dik ve ayakta kalmış tek ideoloji olarak gururla yaşamaya, milyonları etkilemeye devam ediyor. Çünkü felsefesinin temeli çok sağlam. Egemenliğin halkta olması, kadın erkek eşitliğinin vazgeçilmez değeri ve bilim ile sanatın bizi gelecek yüzyıllara taşıyacak ana faktör niteliği taşıması! Ayrıca hiç kimse, Kemalizm’in arkasında durduğu evrensel barışın getirdiği vazgeçilmez kıymeti de küçümseyemez.
Unutmayalım ki Atatürk, emperyalizm ile savaşan ülkelerin hala hayran olduğu bir lider. Gandhi, Habib Burgiba, Castro ve Che onun izinden yürüdüler. Deniz Gezmiş ve arkadaşları en çok ona duydukları hayranlıkla, emperyalizme karşı kazandığı zaferlerle beslenmiş ve kendi yollarında ilerlemişlerdir.
SİZ KİM, ATATÜRK’Ü KÜÇÜMSEMEK KİM?
Atatürk’ü küçümseyenler, onu hiç anlamamış olanlardır. 20. yüzyıldan faşizm, Nazizm, komünizm sönmüş ideolojilerdir. Sosyalist-komünist bakış açısı çağa uyum sağlayamamıştır. Vahşi Kapitalizm ise, bencilliğin tavan yaptığı, dünyaya reva gördüğü vahşet sahnelerini ve umursamazlığı yayan yüz kızartıcı bir rejimdir. Gurur duyabilirsiniz: Onların aksine, Kemalizm dimdik ayaktadır.
Kendisini sosyalist olarak tanımlayan ve böyle bir 10 Kasım tavrı ile Atatürk’e ve Atatürkçülere üstten bakabileceklerini düşünenlere sesleniyorum: Reel politika ve gerçeklerle hiçbir ilişkiniz yok. Halktan kopuksunuz. Hedef kitleniz olan halkın nelere değer verdiğinin farkında değilsiniz. Bütün haksızlık ve hukuksuzlukların bilincinde olarak, Mustafa Kemal’in yanında duran kitleyi göremiyorsunuz. 10 Kasım’da şayet rahatsız olduğunuzu iddia ettiğiniz konu bu ise, bilin ki ortada bir “tapınma” yok. Her dediği doğru çıkmış büyük bir lidere saygı var. Coğrafyada tek Müslüman, demokrat ve çağdaş toplumu yaratabilmiş insana hayranlık var. Aydınlanma devriminin büyük önderi, anti-emperyalist mücadeleden ordularıyla muzaffer çıkmış, bağımsızlık yolunda ilerleyen saygın bir ulus yaratmıştır. Kimi sosyalistlerin “burjuva devrimcisi” olarak küçümsemeye çalıştıkları bu büyük insan, toplumun her sınıfını aynı derecede kucaklamış, herkese eşit fırsatlar sunan bir halk insanı olarak tarihteki yerini almıştır.
BirGün’de 10 Kasım günü bir makaleyle bu durumu izah etmeye çalışan Selçuk Candansayar, bana sorarsanız bunu denedikçe daha fazla batmış. Öncelikle buna benzer tuzaklara takılan arkadaşların en büyük sorunu 12 Eylül döneminin “Kenanizm”i ile Kemalizm’i karıştırmak. Koca Mustafa Kemal, bir generalin 12 Eylül’den sonra yaptığı raydan çıkmış uygulamalarından sorumlu tutulabilir mi? İnsaf! Öte yandan mesela dostum Örsan Öymen, sosyalist bir CHP’li olarak, Atatürkçülüğü tüm değerleriyle algılamış ve topluma anlatarak kucaklayabilmiştir.
Sosyalizm, insancıl bakış açısıyla ve bütün iyi niyetiyle kurulduktan sonra, kendi kendini nefessiz bıraktı. Tabii sosyalizm derken, demokratik parlamenter rejimi kabul eden “sosyalist” partilerin yaklaşımından bahsetmiyorum. Çünkü demokratik ortamlarda sosyalizm, hümanist ve eşitlikçi geleneği ile birleşen yaşanmışlıkları sayesinde sendikalaşma, işçi, memur, emekçi sınıfı için verdiği demokratik mücadeleye çok ciddi içerik katmıştır. Her ne kadar Komünist tek Parti ütopyası kendini bitirmiş olsa da, bu ideolojinin kökeninde yer alan değerler dünyayı beslemeye devam etmektedir. Faşizm, ırkçılık, köktendincilik ve yolsuzluklara karşı süren mücadele, bugün Mustafa Kemal’i ve onun mirasını yok saymayı değil, tersine en kuvvetli şekilde sahiplenmeyi gerektirir.
Türkiye açısından işin siyasi anlamda üzücü tarafı, Merkez/sağ Partiler bile her gün Atatürk’ün değerini giderek daha fazla anlayarak siyaset yaparken, kimi “sol” düşünceli insanların bu tavırlarla Atatürk’le ve saldırı altında varoluş savaşı veren onun Partisi ile dayanışmadan kaçarak, tersine, aralarına mesafeler koymaları ve iktidarın ekmeğine yağ sürmeleridir. Karşı-devrimcilerin Cumhuriyet’i her geçen gün daha yoğun tehdit altına almaya çalıştıkları bu ağır dönemde, bu gafletler daha da sorumsuz ve akıl-mantıktan yoksun duruyor. Ne kadar acıdır ki, ezberledikleri üç-beş cümlenin ötesine geçemiyorlar ve bu tavırla, savunduklarını iddia ettikleri işçi-köylü-memur-emekli-işsizlerin de feryatlarına kulak tıkamış oluyorlar…