Dostlarım beni apar topar alıp Bodrum’a taşıdılar. O kargaşada, bilgisayar çantamı evde unutmuşum. F klavye kullandığım için kendimi çok çaresiz hissettim. Neyse ki, kâğıt kalem ve sözcüklerimi yazıya geçiren bir teknoloji programı var. Yani pazar gününüz boş geçmeyecek. Acayip müjde verdim.
Bu hafta Facebook’ta beni dehşete düşüren iki haber okudum. Biri Adana’nın Seyhan ilçesinde, hamile bir kediyi (adı Çıtır) nereden buldukları belli olmayan Pitbull cinsi bir köpeğe yem olarak atan üç ergenin hikâyesi. Üç ergen şikâyet edilmiş ve karakol yolunda giderken orada bulunan bir yurttaş sormuş: “Bir kedi öldü, hiç mi üzülmedin?” Ergenlerden biri, büyük bir özgüvenle şöyle demiş. “Ben seni vursam bile üzülmem. Bir kediye mi üzüleceğim.” Orada bulunan diğer ergen ise, fotoğrafını çeken başka bir yurttaşa şöyle seslenmiş, “Çek abi çek, millet yakışıklı görsün.” Bu arada öbürü: “Abi, arkadaşlara selam, çatışmaya devam. Yaşımızın yetmediği yerde yaşantımız yeter!”
Bu dehşet itiraflar ve sözler. Ülkemizde pek çok erkeğin bilinçaltını bu ergenler tüm saflığıyla itiraf etmiş. “Öldürmek” artık doğal bir eylem olarak, genç yaşlı, herkesin gündeminde:
Plajda koltuk kavgası ölümle bitiyor.
Trafik kavgası ölümle bitiyor.
Kadınları ve çocukları öldürmek ise, ülke erkeğinin en temel işlerinden biri oldu. Özellikle kadın cinayetlerinde, sürekli indirim uygulayan hâkimler ve savcılar da bu eylemin dışında değil. Bireysel ve kitlesel silahlanmayı bu denli teşvik ederseniz, hukuk ve adalete güveni bu denli yıkarsanız, sonunda ülke her alanda kendi küçük mafyalarını kuran çetelerin istilasına uğrar. Bugünkü durumumuz budur.
Bir de milli bir sporumuz var. Eşcinsel ve trans bireylere uyguladığımız aşağılama. Gene sosyal medyadan öğrendim, arkadaşı trans birey Hande Kader’in korkunç bir cinayete kurban gitmesi ve yakılması nedeniyle bunalıma giren trans birey Didem Akar da acılara dayanamadığı için intihar etmiş. Acılara dayanamadığı için. Çünkü onlar, “çok namuslu” ülkemizde “tu kaka” edilen insanlar. Her yerde aşağılanan, her yerde yüzlerine tükürülen, her yerde gece yarısından sonra evlerinin önünde duran arabalardan inen “çok namuslu” bireylerin ziyaret ettiği insanlar. Bu “çok namuslu” insanlar onları sokaklarda istemiyorlar. Onlara seks işçiliğinden başka iş yok. Onlar öldüklerinde aileleri “biz onun gibi bir namussuzu gömmeyiz” deyip ölüsünü kimsesizler mezarlığında bırakırlar. Ardından, ailecek gidip tapu dairelerinde onlara ait evleri çok sevinerek üstlerine geçirirler. Çünkü onlar, “çok namuslu” aile bireyleridir.
Bir başka açıdan söz edelim. Ülkemizde artık uyuşturucu yaşı 12’ye indi ve 37 yaşındaki uyuşturucu bağımlısı, Adana’da, çok sevdiği motoruyla köprüden atladı. Kısacası intihar etti. Annesi gözyaşları içinde şöyle dedi: “Bugün benim bayramım. Davul çalacağım. Çünkü oğlum uyuşturucudan kurtuldu.” Anne 17 yaşından beri oğlunu kurtarmak için her türlü tedaviye başvurdu, ama uyuşturucu öyle bir şeydir ki, kimsenin peşini bırakmaz. Azrail sürekli onların çevresinde döner. Şu an ülkemizde ne yazık ki binlerce işsiz genç uyuşturucunun ve depresyonun eşiğinde. Ve kimselerin umuru değil.
Yani Bodrum’da olup da bunları yazmak da tuhaf. Kendimi tuhaf buluyorum. Bütün bunlardan sonra şunu söyleyeyim, siz benim oldukça cesur olduğumu düşünürsünüz. Ancak, dün gece arabayla (iki kadın) ağaçlıklı bir yola girdiğimizde orada ışıklarını kapatmış polis arabasını görünce, arkadaşım değil ama ben korktum. Geriye dönelim dedim.
Vay canına, ülke ne hale gelmiş.
Bir rahat yok!
Yazarın Son Yazıları
Sevgili okurlarım vallahi billahi bana iki şeyden daral geldi.
Sevgili okurlarım sevdiğim tahta heykeller diyarı Değirmendere’ye taşındığımdan beri dostlarım, okurlarım beni hiç yalnız bırakmıyorlar.
Sevgili okurlarım, son yazdıklarıma bir göz gezdirdim.
Sevgili okurlarım, yıllar önce İspanya’nın Endülüs bölgesinde dolanırken nereden aklıma düştüyse yolda gördüğüm Çağlar Boyu İşkence Aletleri Müzesi’ne girivermiştim.
Sevgili okurlarım gerçekten bıktım, neden mi?
Sevgili okurlarım bir an kendimi bir reklam şirketinde çalışırken buldum.
Geçtiğimiz hafta, uzun zamandır siyasal ve ekonomik belirsizlik, biri biterken öteki başlayan savaşlar ve giderek şiddetini artıran emek sömürüsü karşısında umutsuzluğa kapılan dünya halkları, uzun zamandır egemen güçler tarafından özellikle unutturulan bir sözcüğü yeniden anımsadı: “Sosyalizm!”
Sevgili okurlarım tarih bize, ülkelerin çökmesine en çok yardım edenlerin kraldan çok kralcılar olduğunu gösterir.
Sevgili okurlarım ülkemin içinde bulunduğu belirsizlik durumu, giderek çoğalan çocuk çetelerinden söz etmek, öldürülen yoldaşların ardından ağıt yakmak, her gün bir kadın cinayetiyle yüz yüze gelmek beni hiç olmadığım kadar umutsuzluğa sürükledi.
Sevgili okurlarım bu hafta bir vatanseveri, bir doğa koruyucusunu, işi sadece gerçekleri belgelemek olan bir güzel insanı Hakan Tosun’u toprağa verdik.
Bir avukat İstanbul’da kalabalık bir caddede, ofisi önünde maskeli kişiler tarafından Kalaşnikoflarla taranarak öldürülüyor.
Sevgili okurlarım insanın tüylerini ürperten. “Bu kadar da olmaz” dedirten bir fotoğrafa bakıp duruyorum.
Sevgili okurlarım hepiniz benim Adana sevgimi bilirsiniz.
Onun hiçbir şeyden haberi yoktu.
Sevgili okurlarım şimdi gelin İtalya’nın Roma kentinde vahşet resimlerinin sergilendiği bir müzeye girelim.
Sevgili okurlarım bugüne kadar hiçbir kitap beni böylesine acıtmamıştı.
Sevgili okurlarım, sivil itaatsizlik özellikle yasalardan, yönetimden hoşnut olmayanların başvurduğu bir eylemdir.
Sevgili okurlarım bugün yazıma Leonard Cohen’in “Herkes biliyor geminin su aldığını./ Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini./ Ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu” şiiriyle başlayayım dedim, herkes biliyor da ben neden böyle doktorun az önce biyopsi yaptığı bir hasta gibi endişeyle bekliyorum.
Sevgili okurlarım iyice kafa sersemi olduk.
Sevgili okurlarım bu yaz kendimi büyük bir açık hava tiyatrosunda oyun izliyor gibi hissediyorum.
Sevgili okurlarım bir hafta önce ülkemizde her yer yanıyordu.
Sevgili okurlarım başlık benim değil, sosyal medyada gördüm, sahibini aradım, bulamadım ama bu başlığa vuruldum.
Sevgili okurlarım bu hafta yazar Pınar Kür’ü sonsuza uğurladık.
Sevgili okurlarım ne yazık ki kavşağa geldik arabayı ya uçurumdan aşağı süreceğiz ya da hepimiz yepyeni sorular sormaya, çözümler bulmaya çalışacağız.
Başlığım kimseyi şaşırtmadı değil mi? Evet, bu canım ülkede yepyeni bir savaş deneniyor.
Sevgili okurlarım şimdilik füzelerle, insansız uçaklarla yapılan savaş bitmiş görünüyor, doğrusu ben bittiğine hiç inanmıyorum. Bir yerlerde gene füzeler uçacak, çocuklar ölecek, ölüyor da. Şimdi gelelim bizdeki asıl savaşa. Evet dostlarım ülkemizin zeytinliklerimizi bitirme savaşı bu.
Sevgili okurlarım meğer bizim bu kadim ülkemizde ne kadar çok savaş uzmanı varmış.
Sevgili okurlarım, epey bir zamandır yaklaşık 20 yıldır bu köşede neredeyse aynı sorunları yazmaktan bıktım.
Sevgili okurlarım gene bir bayram günü, üstelik pazar. Açık konuşmayı severim bilirsiniz öyleyse açık konuşayım ben bu bayramı hiç sevmem.
Sevgili okurlarım bir kentten başka bir kente taşınmak ne kadar zormuş.
Sevgili okurlarım 50 yıldır yaşadığım İstanbul’u bırakıp Kocaeli’nin Değirmendere Mahallesi’ne taşınıyorum.
Sevgili okurlarım 25 yıllık hayat ve iş arkadaşım, kızım Dünya’nın babası cebinde şiirlerle dolaşan tüm hayatı boyunca devrime inanan film yönetmeni Ali Özgentürk’ü sonsuzluğa uğurladık.
Yurdumuz yeniden bizim olmalı!
24. yılını kutlayan Afyonkarahisar Klasik Müzik Festival
Unutma deprem geliyorum der ve gelir!
Analar babalar, çocuklarımıza kıyıyorlar!
Bak şu işe ben şu küçücük Yunanistan’ı kıskanıyorum!
Boykotun sessiz çığlığı
Plastik mermi, cop, tazyikli su ve bitmeyen tutuklamalar
Hep birlikte haykırıyoruz: ‘O gün bugündür!’