10 Kasımlarda “Atam sen rahat uyu!” sloganını duyamaz olduk: Biliyoruz ki “Saygı duruşu, sap gibi durmaktır” diyen zihniyet iktidar olduğundan beri Atatürk’e rahat uyu demenin manası yok.
“Keşke Mustafa Kemal yerine Yunan galip gelseydi!” diyenlerle dayanışmayı unutmak kolay değil.
Atatürk düşmanlığında FETÖ’den de Batı’dan da örtülü destek gördüler.
2009 yılı AB İlerleme Raporu, “Atatürk’ü Koruyan Yasa”nın da kaldırılmasını öngörüyordu. Bu yasa sözde “ifade özgürlüğü”ne sınırlama getiriyormuş. O dönemde AKP iktidarı “yetmez ama evetçiler” ve “örtük FETÖ’cüler” ile birlikte “ifade özgürlüğünü” savunan hızlı AB’ci idiler. Çünkü Atatürk’e husumet ittifakı ne kadar geniş olursa, laik Cumhuriyeti dönüştürmek o kadar kolay olacaktı.
***
Ölümünden sonra Atatürk’ün büst ve heykellerine yobaz saldırılar başlamıştı.
Başyazarımız Nadir Nadi 10 Kasım 1949 günkü yazısında “Sırtlanlar aslana saldırmak için ölümünü beklerler” diye yazmıştı.
Atatürk’ün fotoğraflarına, büst ve heykellerine saldırıların artması üzerine, “Atatürk’ü Koruma Yasası” diye de anılan, 5816 sayılı “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun” tasarısı 1951’de Bayar-Menderes yönetimince hazırlanmıştı.
Ancak tarikatlar etkisindeki DP’li vekil çoğunluğu yasayı evet oyu vermekte çok gönülsüzdü.
CHP içinde bile “Şahsa özel yasa olmaz!” diyenler vardı. Bunun üzerine DP yönetimi dönemin ünlü Alman hukukçusu Ankara Hukuk Fakültesi Profesörü Ernst Hirsch’ten görüş istedi.
Prof. Hirsch’in hukuki görüşü çok açık ve net idi:
“Atatürk adında bir şahıs, hukuki anlamda artık mevcut değildir. Dolayısıyla ona yasa yoluyla bir imtiyaz sağlanması konu olamaz. Söz konusu tasarıda ceza hukuku normlarıyla korunması öngörülen varlık ve şahıs Atatürk değildir. Burada korunmak istenen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna karşı Türk milletinde genel olarak yaygın bulunan hayranlık ve saygı duygusudur”
Yine de DP içinde homurtular durmuyordu. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Celal Bayar, (geleceğin tüm cumhurbaşkanlarına da seslenircesine) milletvekillerine çok sert çıktı:
“Bu benim de zaruri gördüğüm kanun engellenir veya maksadından saptırılırsa, banisini (kurucusunu) koruyamayan Cumhuriyetin başkanlık görevine devam etmem mümkün değildir. Bu takdirde TBMM’nin de partimizin azası da kalamam. Cumhurbaşkanlığından, milletvekilliğinden ve partimizden istifa edeceğim. Davamı, tek başıma, milletimin huzuruna getirerek mücadeleyi orada başlatacağım.”
Atatürk’ün son başbakanı 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın bu isyanı üzerine DP’li vekiller tıpış tıpış gidip “Atatürk Yasası”na “evet” oyu verdiler.
(Ara bir not: AKP’nin kurucu önderi “Demokrat Parti’nin devamıyız!” dediği arşivlerdedir.)
25 Temmuz 1951 günü kabul edilen yasanın gerekçesi ise cumhuriyet savcılarına açık bir talimattır:
“Atatürk, Cumhuriyetin ve inkılaplar rejiminin sembolü olması hasebiyle, hatırasına, eserlerine ve onu ifade eden varlıklara vaki tecavüzler, bilvasıta Cumhuriyete ve inkılaplar rejimine tevcih edilmiş bir mahiyet arz edeceğinden, bunlara karşı işlenen ve amme efkârında derin akisler yaratmakta olan suçların failleri hakkında hususi hüküm ve müeyyideleri ihtiva etmekte ve cumhuriyet savcılarının resen takibata girişmelerine müsait bulunmaktadır”
***
Eskisini aratmayacağı ilk 10 Kasım günkü cuma hutbesi ile belli olan adı lazım değil TC’nin son Diyanet İşleri başkanı, korkarız Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Rifat Börekçi’ye de Fatiha okumayacaktır.