Venedik’e kurban...

10 Temmuz 2022 Pazar

Venedik Venedik olalı böyle bir Kurban Bayramı yaşamadı.

Üç hafta önce ibadete açılan bu efsane şehrin ilk ve tek camisinde ilk bayram namazı dün kılındı.

Venedik, Diyanet Vakfı’nın cami portföyü içinde değil.

İtalya İslam Cemaatleri’nin bağışlarıyla yapılıp hizmete açıldı. İtalya’da 1.4 milyon Müslüman yaşıyor.

Ancak caminin Venedik’i her yıl ziyaret eden 30 milyon dolayındaki turistin de ilgisini çekmesi bekleniyor.

Cami, “Bir kenti tanımak, ibadet dahil onu her anlamda yaşamaktır” diyenlere hürmeten hizmete açılmış değil.

Zira Venedik, ukalalığa, akıldaneliğe dünyada en az müsaade edebilecek belki de tek kenttir.

Çünkü bu kent geçmiş zamanları peşine takıp, şimdiyi de kucaklayan ve geleceğe kollarını uzatmış olan emsalsiz bir mucizedir.

Eşi bulunmaz bir tarih rüyası, bitip tükenmek bilmeyen bir mimari şölendir:

Venedik’i tanımak; behemehal orada hayatın her halini yaşamaktır. Buna işret dahil ise ibadetin de dahil olması gerekir.

Tarihin ilk camisini inşa edenlerin düşüncesi belki de bundan. (Daha önceki gecici mescit kapanalı yıllar olmuş.)

Elde kent kılavuzu, gondollara binmekten özenle kaçınarak, geçmiş zamanları sünger gibi emmiş granit kaldırımlarda, kentin üzerinde kurulduğu 118 adayı birbirine bağlayan merdivenli, merdivensiz tam 220 köprüsünü tek tek arşınlamak ve yorulup her meydan “cafe”sinde bir kahve içip adını telaffuz edemediğiniz yemeklerden yiyip içkilerden içmek falan Venedik’in keyfine varmaya yetmez.

Çünkü Venedik ilk izlenim için de ön veya son yargı için de inanılmaz ölçüde kök söktürücüdür.

Venedik, karadan gelene başka görünür, havadan gelene başka ve denizden gelene ise bambaşka bir “algı” sunar.

Gezginler gezgini Marco Polo Venediklidir. Ama onun bile Venedik’i hakkını vererek yaşayabildiği kuşkuludur. “Görünmez Kentler”de Kubilay Han’ın kendisine verdiği öğüt bunun kanıtıdır:

“Meltem sana çamur dolu bir nehir ağzının kokusunu da getirse sen, hep kendi durduğun yerden göreceksin onu...”

Ve o yüzden de “çift kemerli pencere önlerindeki ipek püsküllü sedirleriyle telkâri saraylardan söz etmek; bir avlunun kafesli kapısı ardında uzanan, üzerinde beyaz bir tavus kuşunun kuyruğunu açtığı çimenliği, döner su fıskiyelerinin suladığını” söylemek Venedik’in ihtişamını anlatmaya yetmeyecektir.

Marco Polo biraz bizim Mimar Sinan gibidir. Venedik onun için tek tek taşlarıyla anlatılabilecek bir köprüler ormanıdır.

Marco Polo’ya sorarlar:

- Peki o köprüyü taşıyan taş hangisidir?

Yanıtlar:

- Köprüyü taşıyan şu veya bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavisidir.

Bu yanıt soranları kızdırır:

- Neden taşları anlatıp duruyorsun! Bizi ilgilendiren tek şey var, o da kemer.

Marco Polo cevap verir:

- Taşlar yoksa kemer de yoktur.

Kentin mucizesi de bu yanıtta gizlidir.

Aşk yoksa Venedik de yoktur!

Kuruluşu Hz İsa’dan da öncelere gidiyor. 400 yıl önce basılmış haritalarla gezilebilen dünyanın bir kaç kentinden biri.

İstihdam sınırlılığı ve kiraların yüksekliği yüzünden genç nüfus kenti terk ediyor. Nüfusun boşluğunu Japon turistlerin dolduracağına kesin gözüyle bakılıyor.

1850’lerden bu yana kentin sulara gömüleceği söylenip duruyor.

Şehrin ne zaman batmış olacağının hesapları hala sürüyor.

Bütün köprüler, meydanlar, kanallar ve duvarlar sevgililerin bir daha ortadan kaybolamayacağı biçimde kurulmuş.

Bu nedenle, gezi rehberleri bu kentte kaybolmadan dolaşmanın tek yolunun “sevgili kovalamak” olduğunu ama eğer iki sevgili arasında bocalayanlar varsa bir üçüncüsüyle muhakkak burada karşılaşacağı”nı yazıyor.

Kızıl Papaz diye de bilinen Venedikli Vivaldi’nin vaazlarını ve konserlerini verdiği kilise buradadır.

İtalyan İslam Cemaati’nin cami açmaya karar vermesi de belki de denge kurmak için.

(NOT: Henüz bir devlet büyüğümüz , “öldürülmek doktorluğun ve sağlıkçılığın fıtratında var” demediği için sevinmeliyiz, konulu yazımın bilgisayar kazasına uğraması üzerine “oluşmuş” bir son dakika yazısıdır. Oluşmasını, bayram tatili için gittiği Venedik’ten arayıp bayramımı kutlayan ve bu arada bu kentin yeni açılan ilk ve tek camisinde bayram namazı kıldığı “müjdesini” de veren yeğenim İrfan Sarı sayesindedir. Bir bölümü 20.07.1995 tarihli yazımdandır.)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erdoğannâme... 14 Nisan 2024
At binenin 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları