Millet olamamak-3

21 Mayıs 2023 Pazar

Babam Cumhuriyetin ilk kuşaklarından, Ankara Ziraat Fakültesi’nin ilk mezunlarından bir yüksek ziraat mühendisi, ziraat müdürüydü.

Annem Kars Konservatuarı lise bölümünde öğrenim görmüş, babamla evlenip benim ve üç kardeşimin annesi olmuş bir “ev kadını”ydı.

Çocukluğumda ve ilk gençlik yıllarımda evimizde çok fazla siyaset konuşulduğunu anımsamıyorum. Fakat Atatürk sevgisi, yurtseverlik, Cumhuriyete bağlılık, tersi düşünülemeyecek; nefes almak kadar, yaşıyor olmak kadar doğal bir şeydi.

Sonra sırayla bütün kardeşler sosyalist olduk. Bu, ailede bir çatışmaya yol açmadı. Çünkü sosyalist olmamızla Cumhuriyet değerleri arasında bir çelişki yoktu.

12 Mart sonrasında annemiz ve babamız ortanca kardeş Nihat’ın hapishane ziyaretine gittiler. 

Ben 12 Eylül sonrasında hapisteyken annemiz artık yaşamda olmadığı için babam onsuz geliyordu ziyaretime.

Onlar güzel insanlardı. Yurtsever insanlardı. Çocuklarının kaygılarını, sıkıntılarını paylaşıyor fakat olanlara da bir anlam veremiyorlardı.

Bu günlere çıkıp gelseler yaşanmakta olanlardan büyük acı duyacaklar, varoluşlarının anlamı olan değerlerin böylesine ayaklar altında çiğnendiğini görmek onları bu kez belki kahırdan öldürecekti.

Çünkü yapacak bir şeyleri yoktu. Çünkü devlet memuru olarak babam, “ev kadını” olarak annem, milyonlarca benzerleri gibi, örgütsüzdüler.

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin başlıca sorunu bence, ona gönül vermiş insanların örgütsüz bırakılmış olmasıdır.

Örgüt tek başına siyasal parti de demek değildir.

Örgüt sendikadır, meslek kuruluşudur. Demokrasiler ancak bütün toplumsal kesimleriyle örgütlenmiş toplumlarda var olabilir.

Türkiye Cumhuriyeti onu koruyacak, destekleyecek, savunup geliştirecek örgütleri desteklemek yerine, gelişmelerine engel oldu.

Atatürk İzmir İktisat Kongresi’nde “Milyonerler, hatta milyarderler yetiştireceğiz” demiştir.

Bu anlaşılır bir şeydi. Fakat sermayeye karşı emeğin savunulması sadece devletin “inayet”ine bırakılmamalı, emekçi örgütlerinin, meslek örgütlerinin gelişmesinin de önü açılmalıydı.

Bu yapılmadı. Tersine, 1940’lar, 1950’ler, (60’larda kısa bir dönem dışında) neredeyse bütün Cumhuriyet tarihi, aynı zamanda da emeğin, emekçinin ve örgütlerinin, bu değerleri savunan aydınların, yazarların, düşünce ve eylem insanlarının ezilmesinin tarihidir...

Cumhuriyet eğitim alanında da yeterli olamadı. Lise yıllarımı anımsıyorum. Devrim (ya da inkılap) tarihi üstün körü geçilen bir dersti. Cumhuriyetin kurucusunun seçkin kişiliği, içselleştirme kaygısı duyulmaksızın yüzeysel olarak ezberletildi. Eğitim anlayışımız genellikle zaten ezberletme üzerineydi. Korkarım hâlâ öyledir.

Eğitimin alanındaki en büyük  kazanım, Köy Enstitüleri, gerici baskılara karşı direnç gösterilemeyerek yine onu kuran siyasal irade tarafından kapatıldı.

Halk Evleri de çok fazla gelişemedi ya da geliştirilmedi.

Buna karşılık Cumhuriyet karşıtları; bu demektir ki laikliğin, bağımsızlığın, düşünce özgürlüğünün, kadın hakları başta olmak üzere insan haklarının karşısında olanlar, en baştan bu günlere bütün bu sürelerde gizli-açık, sinsi ya da pervasız örgütlenmelerini sürdürdüler.

***

Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratan çağdaşlık değerlerinin karşısında olanlar, Cumhuriyetle birlikte modern ve çağdaş “Türk milleti” olgusuna da doğal olarak karşı olacaklardır...

Onlar ya ümmetçi ya kendilerinin de ifade ettikleri gibi ülkeyi şirket olarak gören emperyalist sermaye işbirlikçileri, ya ulus ve ulusalcılık kavramlarını değersizleştiren sahte ulusçu çevreler, sonuçta da bugün görülmekte olduğu gibi hepsinin ittifakıdır. 

Aynı sorunları yaşamakta olan, aynı karanlık gelecekle karşı karşıya milyonlar, yapay bir ayrımla, sanki bir iç savaş öncesinde gibi iki parçaya bölünmüştür.

Birkaç gün sonraki seçim bir kez daha millet olabilme savaşımında yaşamsal önem taşıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ülkem için korkuyorum 24 Nisan 2024
Devlet suç işliyor 17 Nisan 2024
Bir bayram kutlaması 10 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları