Ayşe Emel Mesci

Fikret Hakan’ın vasiyeti

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Usta oyuncu Fikret Hakan, bana verdiği ‘vasiyet’inde kendi mezar taşını tasarlamıştı.Bir tarafa da taşın iki yüzüne yazılmasını istediği dörtlükleri yazmıştı.

Bu yazı 24 Temmuz’da yayımlanacak. Türkiye’de sansürün kaldırılmasının (24 Temmuz 1908) yıldönümü olduğu için Basın Bayramı olarak kutlanan 24 Temmuz’da, Cumhuriyet gazetesinin yazar ve yöneticileri tutuklandıktan tam 267 gün sonra, Özgür Mumcu’nun tanımıyla, “delil yetersizliği bile değil, delil yokluğuyla” karşı karşıya olunan bir davada, ilk kez hâkim karşısına çıkacaklar.
Gün sayar olduk yine. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlık grevinin 138. gününde olacaklar 24 Temmuz’da. “Olmasınlar” diye haykırıyorum içimden, bu yazı çıkmadan önce açlık grevi sona ermiş, gencecik hayatlar kurtulmuş olsun...

Kumsalı arayan bedevi
Çölün ortasında kumsalı, denizi arayan Bedeviler gibiyiz. Sevgili Fikret Hakan’ın Yılmaz Güney için yazdığı bir dizeydi: “O, kumsalı göremeden ölen / bir garip bedeviydi.” Uzun uzun düşünmüştüm, Yılmaz Güney “garip” miydi diye... İlk bakışta tabii ki değildi. Güçlüydü, mücadeleciydi, inatçıydı, inandığına tam inanırdı. Ama “dalından kopmak” ona şu dizeleri yazdırmıştı: “Yalnızlığın içinde / Şimdi yalnız, yalnız mıyım / Kopuk muyum dalımdan / Uzağında mı kaldım ormanımın.”
Çok konuşmuştuk bunları sevgili filozof dostum Fikret Hakan’la, Türk sinemasının Tarık Akan’la birlikte en güzel gülen aktörüyle. “Garip” kalışlarımızı paylaşmış, insanın kendi ülkesinde de sürgün yaşayabileceğini konuşmuştuk. 2013’ün yaz aylarıydı, Torba’daydık. Dertliydi Fikret Hakan, kızgındı; hem acımasız ve kıymeti kendinden menkul “piyasa kuralları” yüzünden, hem de duruşundan, düşüncelerinden ödün vermediği için bir kenara itilmiş olmak incitmişti duyarlı yüreğini koca aktörün. Ama neşesi, esprisi, gülen gözleri yerindeydi; mangal gibi sanatçı yüreği vardı onda. Okuyordu, yazıyordu, felsefeyi, şiiri hayatından eksik etmiyordu. Yine de alttan alta hissedilen bir sızı, içe işlemiş “garip bedevi” duygusu da hep oradaydı.

Vasiyet
Ağustos ayında bir gün deniz kenarında genellikle oturduğumuz masadaydık; birkaç kişiydik. Fikret Hakan her zamanki gibi gazetelerini okuyordu. Başını kaldırdı, “Sana bir vasiyette bulunacağım, bunu yerine getireceğine söz ver” dedi, damdan düşer gibi. Ben hemen, “Ne vasiyeti Fikret Ağabey? Daha yapacağın çok iş var” diye itiraz ettim. “Bir kâğıdın var mı” diye sordu. Bloknotumdan bir sayfa koparıp uzattım. Uzunlamasına ikiye böldü, sonra iki yüzüne bir şeyler yazıp çizdi. “Bunu mutlaka yerine getir” diyerek verdi, ben de özenle ajandamın içine yerleştirdim, hiç bakmadım. Kötü olacağımı biliyordum.
Dört yıl geçti aradan. Ne yazık ki sonunda mecbur kaldım, bu büyük sanatçının “vasiyetini” sakladığım yerden bulup çıkarmaya... Çünkü Fikret Hakan 11 Temmuz’da aramızdan ayrılmıştı.
Fikret Hakan kendi mezar taşını tasarlamıştı o kâğıdın üzerinde. Bir tarafa taşın iki yüzüne yazılmasını istediği dörtlükleri yazmış, arka tarafa da mezar taşının önden ve arkadan görünüşünü çizmişti.
Hayatı edebiyatla, sanatla, felsefeyle harman etmiş, dolu dolu yaşamış, son dönemlerinde ise çok incitilmiş bir güzel insanın vedası, bir kuğunun son çığlığı gibi algıladığım bu dizeler taş gibi oturdu yüreğime: “1. Yüz: Burada yatan merhumun / Bumin Gaffar’dı adı / O da Sirano gibi / Hiçbir bok olamadı.” “2. Yüz: Burada yatan merhumun / Fikret Hakan’dı adı / O da Jak Landın gibi / Acısız yaşamadı.”
Çölde denizi arayan değerlerini “garip” eden zihniyete tüm isyanımla birlikte sizlerle paylaşıyorum Fikret Hakan’ın vasiyetini; ışıklar içinde yat benim filozof dostum, en güzel gülüşlü büyük aktör, iyi ki seni tanıdım...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları