İnsanlık doludizgin felaketlere doğru ilerlerken bunların farkına varmayabiliyor. Gelecekle ilgili pembe düşler kurmasa da bazen tehlikeleri sezse de bunların bir şekilde hallolacağı kanaati ağır basabiliyor.
Bunun en göze batan iki örneği, 20. yüzyılda yaşanan iki korkunç boğazlaşmanın, Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının öncesinde özellikle Batı’da gözlemlenen manzaralardır.
Birinci Dünya Savaşı’nın tarihin ilk topyekûn savaşı, ilk büyük kırımı olabileceğini çok az kişi öngörebilmiş, onların sesi de genel gürültü içinde pek duyulmamış, savaş çıksa bile çok sınırlı bir alanda ve birkaç ay içinde biteceği görüşü kamuoyuna egemen olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde de Hitler’in başında olduğu Nazi Almanya’sının adım adım yürüyüşü de benzer bir “Bir şey olmaz” tavrıyla, tehlike karşısındaki devekuşu gibi başını kuma gömerek karşılanmıştır.
‘HİÇBİR ZAMAN TAM ANLAŞILAMADI…’
Gerek tarih kitapları gerekse filmler ve belgeseller bu aymazlık, bu hem fark edip hem fark edememe, inanmak istememe hali hakkında ibret verici örneklerle doludur.
Ünlü Alman yönetmen Michael Hanecke’nin 2009’da çektiği çok ödüllü filmi “Beyaz Kurdele”, 1913 Almanya’sında bir köyde yaşanan tuhaf ve ürkütücü kazalardan yola çıkar. Filmde anlatılan küçük köy topluluğu yaşanan bu kazalara rağmen her şeyin yolunda olduğuna kendini inandırmaktadır.
Öykü, filmde gerçeğin kısmen de olsa farkına varabilen tek kişi olan genç ve masum öğretmenin, aradan yıllar geçtikten sonra, ömrünün sonuna doğru yaşananları hatırlamasıyla başlar: “1913’te o köyde yaşanan olaylar hiçbir zaman tam anlaşılamadı” cümlesi, filmin öyküsü içinde “o köye” gönderme yaparken daha genel anlamda tüm insanlığa yönelik bir uyarı niteliği de taşır.
Artık göz göre göre geliyorum diyen felaketler (sadece savaş, faşizm vb. değil, ekolojik yıkım, türlerin yok olması gibi ufukta beliren doğal felaket tehditleri) karşısında insanlığın bir türlü değiştiremediği bu “Bir şey olmaz”, “Her şey yolunda” tavrı hakkında düşünürken karşıma sonra okurum diye bir köşeye ayırdığım bir “Herkese Bilim Teknoloji” sayısı çıktı.
UNUTKANLIK VE İYİMSERLİK
5 Aralık 2024 tarihli sayıda Batuhan Sarıcan’ın kaleme aldığı “Tehdit Büyük... Kötümserlik ve İyimserlik Çarpışıyor” başlıklı yazıda, Putin’in Ukrayna’ya yönelik nükleer tehditleri, bazı ülkelerde bu tehdide karşı alınmaya başlanan önlemler değerlendirilirken şöyle deniyor: “Buna karşın bazıları nükleer savaş ihtimaline iyimser yönden bakarak nükleer savaş hazırlığı yapmanın gereksiz olduğunu düşünüyor. (...) Edge Hill Üniversitesi’nden psikoloji profesörü Geoff Beattie’ye göre bunun dayanağı ‘iyimserlik önyargısı’. Bir çalışmaya göre, insanların yaklaşık yüzde 80’i iyimserlik önyargısına kapılmış durumda.”
“Bir şey olmaz” tavrı dediğim olgunun bilimsel literatürde “iyimserlik önyargısı” olarak adlandırıldığını ve araştırmalara konu olduğunu öğrenmek yeni bir bilgi oldu benim için. Bu arada söz konusu olgu çarpıcı bir paradoksu da içeriyor. Araştırmayı yapan Prof. Beattie iyimserliğin günlük hayattaki olumlu etkilerini şöyle açıklıyor: “İyimserler daha uzun yaşıyor. (...) İyimserlerin bağışıklık sistemi daha iyi çalışıyor. İyimserlik hali bu faydaları gelecekle ilgili stres ve kaygıyı azaltarak sağlıyor.”
Bireysel düzeyde böyle olumlu etkileri olabilen “iyimserlik önyargısı”nın genel toplumsal anlamda bakıldığında, tehlikeleri görmezden gelmeye yol açması ise ciddi bir paradoks. Prof. Beattie gözü kapalı iyimserliğin dezavantajını şu sözlerle açıklıyor: “Söz konusu iyimserlik hali, insanların uyarı işaretlerini fark etmemesine neden olabilir.”
Bu “iyimserlik önyargısı”nın önemli nedenlerinden birinin çabuk unutma yeteneğimiz olduğu da düşünülebilir. Öyle ya, geçmişten yeterince ders çıkarılsa, tarih türlü şekilli biçimlerde tekerrür edebilir miydi?