Yasak şehirdeki rüya konser

03 Şubat 2021 Çarşamba

Geçen hafta TRT 2 kanalı Çin’deki Pekin kentinin imparatorluk sarayı bahçesinden görkemli bir konser kaydı yayımladı. 2018’deki kayıtta Şangay Senfoni Orkestrası’nı şefleri Long Yu yönetiyordu. Orkestra, kemancı Mari Samuelsen’e Max Richter’in “November” adlı keman konçertosunda; piyanist Daniil Trifonov’a Rachmaninof’un 2. piyano konçertosunda eşlik etti. Sonra Wiener Singakademie büyükler korosu ve Şangay Spring Children çocuklar korosu ile Carmina Burana’yı seslendirdiler: Canlı bir tempo, başarılı solistler ve koronun birleşimi güzel bir işbirliğini sergiliyordu. Hele çocuk korosunun o saf duru tonu, uzun zaman aklımızdan çıkmayacak. Konser sonrası çaldıkları bis parçası ise pentatonik yapıda, Uzakdoğu ürünü, huzurlu bir yapıttı. O fırtınalı Carmina Burana’nın üstüne saf bir güzellik sunuyordu. Arp solosu yumuşacık çocuk sesleriyle sarmal olup Sarı Nehir’in bir kolu gibi akıyordu. Açık havadaki bu canlı yorumu müzikal bilgiyle kayda alan teknik ekibi de kıskanmamak elde değildi!

PAVAROTTİ YENİDEN GÜNDEMDE

Luciano Pavarotti’nin Türkiye hikâyesi zaman zaman gündeme gelir.

Pavarotti, doğallığıyla sıradan insana seslenebilmiş, hatta en ağır opera aryalarını bile herkese sevdirmişti. “Tiz do”ya kadar rahatlıkla çıkabilen sesini kullanmada hüneri müthişti. Bu arada pek çok köşe yazarı Pavarotti’nin bir zamanlar Ankara Operası’na geldiğini ve beğenilmeyip işine son verildiğini hayıflanarak yazmıştı. Bu konuyu irdelemek üzere o zamanın en iyi iki tanığı Nevit Kodallı ve Ankara operasının dış ilişkilerini yürüten Hüsamettin Ünder’i aramaştım. Opera ve bale o zamanlar Devlet Tiyatrosu’nun altındaki kuruluşlardır. Genel müdür Cüneyt Gökçer, Opera ve Bale’nin başında ise “genel müzik direktörü ve tiyatro kompozitörü” görevi ile Nevit Kodallı vardır. Nevit Bey şöyle anlatıyordu olayı:

Yabancı elçilikler bize sık sık sanatçı getirirdi. Kültürel anlaşmalar çerçevesinde gelen sanatçıları beğenirsek bazen bir mevsim alıkoyardık, beğenmezsek bir-iki temsil sonra gönderirdik. Yıl 1963. İtalyan Büyükelçiliği 28 yaşında, iri yapılı bir çocuk getirdi: Tenor Luciano Pavarotti. La Bohem’de Rudolfo söylemeye hazır. Dinliyoruz. Hiç sesi çıkmıyor! Sahnede yürümesini bile bilmiyor. Ama kaşesi ödendiğinden en az bir temsil yapmalıydı. Bari bir alt tondan söyle dedik. Ona göre orkestra materyalini bir alt tona göre transpoze etmek zorunda kaldık. Bütün diğer solistler de bir alt tondan söylediler.

Hüsamettin Ünder, zamanın Opera ve Bale Dış İlişkiler ve Protokol Müdürü. İtalya’da eğitim görmüş, orada on bir yıl yaşamış, eşi de İtalyanmış: “Kültürel anlaşmalara göre kaşesi ödenmiş sanatçılar gelirdi. Biz onların yol ve otel masrafını ve harcirahını verirdik. Ben lisan bildiğim için yapışık kardeş gibi her yere onlarla birlikte gider, onları evimde de ağırlardım. Pavarotti’nin üç temsil için anlaşması vardı. Her birinde Sevda Aydan ve Meral Alper gibi ayrı sopranolarla başrolleri paylaştı. Sonra da anlaşması uzatılmadı ve gönderildi.

Öte yandan Pavarotti’nin yaşam çizgisine bakıyoruz: Babasıyla müzik çalışıyor, koroda söylüyor ve 1961’de ilk opera sahnesine Reggio Emilia operasında Rudolfo rolüyle çıkıyor. Sonra kendini kapatıp ciddi bir hoca ile çalışıyor. 1963’te Türkiye’ye yine Rudolfo ile geliyor. 1966’da ilk kez La Scala’da, 1972’de ilk kez Metropolitan’da söylüyor. 1990’daki futbol kupasının açılış töreninde söyledikten sonra kayıtları satış rekoruna ulaşıyor.

Pavarotti’nin Türkiye’ye gelişi yaşam çizgisinde görüldüğü gibi onun en toy dönemine rastlar. Bizim köşe yazarlarımız ise kendini kanıtlamış, doruklardaki bir yıldızı kaçırmışız gibi “Biz Türkler adam olmayız” dövünmelerini esirgemiyorlar. Bugünlerdeki gibi bu konu zaman zaman yeniden uyanır, yeniden dövünürüz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eski bayramlar 10 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları