Leylâ Pamir (1930-2023) çok değerli bir müzik insanıydı. Yalnız bir müzikolog değil, piyanist, düşünür, yazar ve kimselere benzemeyen bir öğretmendi. Köklü bir İstanbul ailesinden geliyordu. Üç yaşında annesi hastalanınca bir Alman dadıyla büyütülmüş, böylece Almancayı erken yaşta öğrenmişti. Ortaöğrenimini Alman Lisesi’nde, liseyi Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okuduktan sonra babası Hamit Nafiz Bey, kızının klasik müzikten anlayan, piyano çalan biri olarak yetişmesini düşünmüş, Rus asıllı bir piyano hocasından dersler aldırtmış. Leylâ, okulu bitirince gencecik yaşında, mutsuz bir evlilik yapmış. Kendini oyalamak için bir dolu kitap okumuş ve Haldun Taner’in düzenlediği edebiyat matinelerini izlemiş. Haldun Bey ile aralarında bir yakınlık oluşmuş. O sırada o da eşinden ayrılmış. Bir tekne gezisinde Haldun Bey cesaretini toplayıp ona karşı beslediği duyguları dile getirmiş. 1955’ten 1968’e kadar evli kalmışlar. Bu tarihten sonra Leylâ Hanım Avrupa’ya gidip ünlü hocalarla çalışmış ve Paul Badura-Skoda’nın ustalık sınıflarına katılmış. En önemlisi 1969’da Heidelberg Devlet Konservatuvarı’nın yüksek bölümünün piyano ve piyano pedagojisi sınıflarından mezun olmasıdır. 1969-72 arasında Heidelberg Konservatuvarı’nda piyano öğretmeni olur. 1979’da İstanbul’a döner ve konser yaşamını bırakır.
Bundan sonra bir müzikolog olarak en önemli işlevine başlayacaktır: Özellikle Liszt, Schönberg ve Skryabin üstüne örnekleriyle konferanslar verir ve analizler yapar. Bu arada kitapları da basılmaya başlamıştır: İnci’nin Müzik Kitabı, Çağdaş Piyano Eğitimi, Ayşe’nin Müzik Kitabı, Müzikte Geniş Soluklar, Skryabin, Müzik ve Edebiyat, Romantizm’den başlayıp 19. yüzyıl sonuna dek uzanan analizleridir.
MÜZİK VE EDEBİYAT
İki değişik sanat dalını birleştiren “Müzik ve Edebiyat” (1996) beni en çok ilgilendiren kitabı olmuştu. Müziğin üç yöndeki işlevselliğini ele alıyordu: Birincisi yapı açısından, müzik malzemesini kendi malzemesi haline dönüştüren edebiyat yapıtları ki, “sonat” yapısının uyarlanması ya da leitmotiflerin kullanımı bunun göstergesidir. İkinci işlevde romanları ele almıştı: Bestecilerin konularını bir esin kaynağı olarak kullanan edebi yapıtlara değinmişti. Örneğin Thomas Mann’ın müzik bilgisi bunun kanıtıdır. Üçüncü işlev ise edebiyatmüzik işbirliğinin doğurduğu, ancak müziğin eklenmesiyle süslenip yücelen türlerdir. Örneğin Da Ponte’nin librettosunu Mozart’ın yüceltmesiyle Don Giovanni’nin görkemli anlatımında görmemiz gibi.
Aslında Leylâ Pamir’in kitabını okurken bir de bakarsınız ki iş müzik-edebiyat ilişkisini çoktan aşmış; ruhbilim ve toplumbilim gibi dalların da müzikle alışverişi ortaya çıkmış. Örneğin, Mahler’in yapıtlarına değinmeden onu Mahler yapan karmaşık karakterinin özelliğini anlatmış. Ayrıca kültür fetişizmine karşı çıkışını, çağlar boyu alışılagelmiş, tekrarlana tekrarlana yozlaşmış müziğe başkaldırmasını ve böylece bu dünyaya ve sanatına yabancılaşmasını edebiyat dünyasından bir örnekle anlatır: Dostoyevski’nin “Budala” başlıklı romanında Anastasya Filippovna’nın şöminenin alevlerine attığı kâğıt paralar gibi, Mahler de bir parçası olduğu geleneğin müziksel anılarını ya da anı parçacıklarını bir anda yok eder!
Leylâ Pamir çok özel bir karakter, çok ayrıcalıklı bir müzikologdu. Onca yıllık birikimini kitaplarına akıttı. Kitapları da herkesin uğraşmadığı alanlardaki çok özel çalışmalardı. Ne yazık ki 18 yıl boyunca Alzheimer ile boğuştu ve sonunda Balıklı Rum Hastanesi’nde vefat etti. Bu dileğimi daha önce de dile getirmiştim: Umarım onun bütün kitapları yeniden basılır, başka dillere de çevrilir. Onlar dünya müziğine ve edebiyatına da çok şey anlatacaktır.