Kimi isimler, tarihe bir değil, iki imza atmıştır. Örneğin Bülent Tarcan! Hem bir beyin cerrahı olarak Çapa Tıp Fakültesi’nde nöroşirurji kürsüsünün kurucusu ve ilk şefi; hem de unutulmaz ezgileriyle çağdaş müziğimizin ikinci kuşak bestecilerinden birisi. 1914’te, Birinci Dünya Savaşı çıktığı yıl dünyaya gelmiş. Kendi kendine keman çalmayı öğrenmiş. 12 yaşında Wagner tarzında bir opera bestelemeye kalkışmış. Bir süre Karl Berger’den keman dersleri almış, kısa bir süre de Cemal Reşit Rey ile çalışmış. Aslında müzik dalında kendi kendini yetiştirmiş denebilir. Ben 2006 yılında onun yaşamını anlatan bir kitap yazmıştım. Dünya Kitapları, “Müzik Kitaplığı” serisinde yayımlanmıştı. Bülent Bey o sırada artık emekli olmuştu. Ama hiçbir zaman emekli olmayacak anılarla dolu bir hayat yaşamıştı. Anılarını aktarırken ara sıra: “Ne yapayım bir yanda tıp doktorluğunun beyin cerrahisi gibi ağır bir dalında ilerlemek ve bestecilik gibi ince bir sanat dalında da büyük senfoniler yazmak kolay olmadı. Ancak bu kadar eser yazabildim!” diyordu.
Tıp doktorluğu, askeri hekim olan baba mesleğiydi. Müzikte ise akademik eğitim görmemişti. Ancak iki disiplini bir arada yürütmüştü. Cumhuriyetin kuruluş sancılarına Anadolu’nun en uzak köşelerinde tanık olmuş; çocukluğu ve ilk gençliği, aklına koyduğu idealleri gerçekleştirme savaşıyla geçmişti. Bülent Tarcan’dan sonra doğan Ercüment Tarcan, ardından Haluk Tarcan adında iki kardeşi daha vardır. Babasının askeri görevi nedeniyle Urfa’da geçen çocukluğu sırasında o kentte inanılmaz acıklı manzaralara tanık olmuş: “Babamda açıkça sezilen bir telaş vardı. Meğer o günlerde Şeyh Sait isyanları başlamış. Kulaktan kulağa memur ailelerinin evlerinin basılacağı söylentisi yayılıyordu. Birdenbire bir gece silahlar atılmaya başladı. Babam kapımıza iki emir eri dikti. Tam o sırada silah sesleri kesildi. Meğer uzun zamandır yağmur yağmayan Urfa’nın kuraklıktan kurtulması kutlanıyormuş.” Urfa’da bulundukları sırada babası Bülent’e keman dersleri aldırmaya karar verir. Bu dersleri Urfa’da verebilecek tek kişiyle de ancak bir kez buluşabilmiş. “Kaderimde otodidakt bir müzisyen olmak varmış” diyecektir sonradan. Ve baba mesleği tıp fakültesini seçerek doktorluğa başlamış.
İlk eşi Necla Tiner’den doğan kızı Hülya Tarcan değerli bir piyanist ve MSGSÜ emekli öğretim üyesidir. İkinci eşi Asiye Tarcan’dan doğan oğlu Rıza Can Tarcan (1962-2025) da yakın zamanda vefat etmiştir. Bir kez daha yazmıştım Bülent Tarcan’ın o rengârenk eserleri seslendirilmedikçe adı yalnız bir caddede kalacaktır.
Bülent Bey’in kitabını yazarken çok heyecanlanmıştım. Onun her konudaki derin bilgisi, geçmiş günlerini disiplin içinde anlatması, zamanın büyük müzisyenleriyle ve tıp tarihinin büyük isimleriyle çalışması heyecan vericiydi. Ayrıca kitabımın sonuna eklediğim “Amusie” (müzikten yoksun kalmak) gibi eşi bulunmaz konferansları da çok değerlidir. Benim de çok özenle ve saygıyla yazdığım kitaplarımdan birisi halen tükenmiş olan “Bülent Tarcan, Bir Hekimin Senfonik Öyküsü” başlığını taşır.