Mustafa Balbay
Mustafa Balbay mustafabalbay35@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Gerilimli Yıllar / 14

02 Temmuz 2009 Perşembe

 

‘MİT’olojik görüşmeler

Dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Başbakan Ecevit,
“Öcalan Türkiye’de” açıklamasını yaparken hemen yanında oturdu. O tarihten itibaren meydana gelen gelişmeler MİT’i belli başlı ulusal gazetelerin temsilci ve yazarlarıyla diyalog halinde olmaya itti.

15 Şubat 1999’da terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinde önemli paya sahip devlet kurumlarının başında Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) geliyordu.

Dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Başbakan Ecevit “Öcalan Türkiye’de” açıklamasını yaparken hemen yanında oturuyordu. Atasagun, sonradan gazetecilere bu konuda şunu söyleyecekti: “Teşkilatımızın operasyonda büyük payı vardı. Bunun simgesel bir göstergesi olarak benim açıklama sırasında orada bulunmamı Sayın Ecevit de uygun gördü.”

O tarihten itibaren meydana gelen gelişmeler MİT’i belli başlı ulusal gazetelerin temsilci ve yazarlarıyla diyalog halinde olmaya itti.

 

MİT'in medya açılımı

MİT Müsteşarı Atasagun, 1999 - 2005 arasında 4-5 kez gazetecilerle gruplar halinde buluştu. Bu buluşmaların belli başlı nedenleri şunlardı:

1. Öcalan’ın yakalanmasından sonra iç barışın nasıl sağlanacağı sorusuna verilen yanıtlardan biri “Öcalan’ın idam edilmemesi” idi. Ancak bu süreçte medyanın oynayacağı rol önemliydi. Bilgilendirmek gerekiyordu.

2. Terörün tümüyle sıfırlanması için kamuoyunda eve dönüş yasası diye bilinen düzenlemeleri topluma anlatma biçimi önemliydi. Bunun da yine medya aracılığıyla “çok yapıcı” aktarılması gerekiyordu.

3. Kasım 2003’te İstanbul’da meydana gelen sinagog, HSBC ve İngiliz Konsolosluğu patlamalarının ardından Türkiye’nin, daha çok İstanbul’un deyim yerindeyse “terör üssü” olma tehlikesi gündemdeydi.

Medyanın hem çok sağduyulu yayın yapması hem de terör örgütü propagandası yapma noktasına düşmemesi gerekiyordu.

Yukarıdaki üç temel başlık Atasagun ve yardımcılarının medya temsilcileri ile geçmiş dönemde olmayan biçimde buluşmasını beraberinde getirdi.

 

MİT'in iki istemi

Bir kez daha altını çizmek gerekirse, bu görüşmeler sırasında verilen bilgilerin tümü için iki istem vardı.

1. Önemli bir bölümü off the record idi.

2. Yazılabileceklerle ilgili olarak da kaynak belirtilmemesi, en ileri anlatımla “güvenilir kaynaklardan edinilen bilgiye göre” ibaresinin kullanılması isteniyordu.

Biz Cumhuriyet olarak genellikle Hürriyet, Milliyet, Sabah ekibinin hemen sonrasında çağrılıyorduk.

Yukarıda aktardığım gibi görüşmeler yazılmamak üzereydi ama, iddianamede yer aldığı için en azından duruma açıklık getirmek kaçınılmaz hale geldi.

Atasagun ve yardımcıları terörle mücadelede sadece güvenlik güçleriyle yapılabileceklerin yapıldığını, gerekirse bu tür yöntemlerin yine devam edeceğini, ancak bunun yanında başka önlemlerin de şart olduğunu düşünüyorlardı. Bu çok hassas bir durumdu. İyi anlatılması gerekiyordu. Ülkenin yeniden terörle karşı karşıya kalmaması için medyanın da üzerine düşeni yapması gerekiyordu.


‘Çekiçle sinek ezilmez’

Sözünü ettiğim görüşmelerde ana konunun ne olduğu ilk 10-15 dakikada belli olurdu. Bunların tümü yukarıda aktardığım üç şıktan biri oluyordu... Bunun yanında Atasagun’un bir hedefi daha vardı:

“MİT’in imajını, toplumda algılanışını daha olumlu hale getimek.”

İlk 1990’da başlayan bu açılım Atasagun’la bir doz daha genişledi. Atasagun geçmişte bazı yanlış anlamaların, hatalı davranışların olabileceğini, ancak gelinen noktada MİT’in kendisini daha net anlatabilecek hale geldiğini düşünüyordu.

Ana konu terörle ilgili yapılabilecekler konusunda “güvenlik güçlerinin mücadelesinden” sonraki şıklar, deyim yerindeyse, çok da net değildi. MİT yetkilileri, bu konuda üretilen önerilerin “sahibi” olmak gibi bir algıdan da uzak durmak istiyorlardı. Bir görüşmede konuların, atılabilecek adımların etrafında dolaşılırken Atasagun’un bir yardımcısı durumu şöyle özetledi:
“Çekiçle sinek ezilmez.”

Bu değerlendirmenin devamının ne olduğu sorumuz yukarıda aktardığım nedenlerle havada kaldı. Ancak “Terör örgütlerine eleman sağlayan ortam nedir” sorusunu açmadan geçmediler.

 

Magazinleşme rahatsızlığı

MİT yöneticilerine göre “terörist yetiştiren” etmenlerin başında şunlar geliyordu:

1. Ekonomik bozukluk ve gelir dağılımındaki dengesizlik.

2. Gecekondu semtlerinin özel durumu. Birinci şıkkın bu bölgelere yansıması.

3. Televizyon programlarındaki olağanüstü magazinleşme.

Atasagun, üçüncü şıkkın üzerinde çok durdu. Bu konuda bizim eteğimizde taş yoktu. Bunun bilincinde olduğunu söyledi, ancak medya temsilcileriyle bir araya gelme nedenlerinin başında bunun geldiğini söyledi. Sanırım Atasagun bu konuyu ilgili medya temsilcileriyle daha ayrıntılı konuştu. Bu konuşmalardan biri yazılmamak üzere olduğu halde gazetelerde şöyle yer almıştı:

“O programları izlesem ben de komünist olurdum.”

Atasagun off the record olduğu halde bu görüşmenin yazılmasından yakındı, amaçlarını şöyle özetledi:

“Medyaya yakın olmak, ama medyada yer almamak.”

Görüşmeler genellikle ucu belli bir saate kadar açık akşam yemeği biçiminde olduğu için ister istemez gündemdeki başka konulara da giriliyordu.

 

Atasagun'un diyalog önerisi

Bu konulara girilirken “off the record”un altı bir kez daha çiziliyordu. Bunlar şu başlıklar altında sıralanabilir:

- Asker - hükümet ilişkileri.

- Irak’a ABD’nin olası müdahalesi ve sonrası.

- Kıbrıs’taki gelişmeler.

- Hükümetin uygulamaları.

Atasagun, genel bir gerilim olduğunu bize de hissettiriyordu. Askerlerle hükümet arasında dikkati çeken gerilim konularının ise “giderilemez” olmadığı görüşündeydi. Medyada yer alan haberlerin ise gerilimi yansıtmasının yanı sıra özellikle ordunun içinde dışarıda fazla hissedilemeyecek etkiler yarattığı görüşündeydi. Bu görüşünü benim kaleme aldığım “Genç Subaylar Tedirgin” manşetiyle ilgili olarak da dile getirdi. Genelkurmay Karargâhı dışından gelen kimi haberlerden kendisinin de bilgisi olduğunu anlattıktan sonra şunu önerdi:
“Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, bu konularda diyaloğa açık bir kişi. İsterseniz ben de devrede olabilirim.”


Bir gazeteci olarak bu tür, her diyalog kapısı kabulümdü ama, Atasagun’un önerisinin arkası gelmedi.

 

Cumhuriyet'in etkisi

Atasagun’a göre Cumhuriyet’in, tirajıyla ters orantılı bir etkisi vardı. O nedenle Cumhuriyet’te çıkan bir haberin etkisi, öteki gazetelerden çok farklı oluyordu. Bunu ben de yaşayarak görüyordum. Bizim için haberin doğruluğunun elbette çok önemi vardı. Ancak “demek ki Cumhuriyet olayı böyle görüyor” saptamasının yapılması da doğal olarak bizim dışımızdaydı. Bazen Hürriyet’te ya da Milliyet’te çıkan bir haber bizde yer almazdı.

Gazetecilik deyimiyle haberi “atlamış” olurduk. Ne var ki Ankara kulislerinde bu durum şöyle karşılanırdı: “Cumhuriyet bu haberi vermek istemedi.. Anlaşılan işine gelmedi...”

Böyle bir yorumla karşılaşınca öyle olmadığını, haberi atladığımızı söylerdim ama, çoğunlukla yerleşmiş olan önyargıyı aşamazdım. Bunun tam tersi de yaşanıyordu. Verdiğim özel haberin “özel amaçlı” olduğu yorumu yapılıyordu.

 

Özkök'le 'Muhasebe' sohbeti!

O dönem yaşanan asker - hükümet ilişkilerinin en kritik noktasında yer alan, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök 2006 yılında emekli oldu.

Görevi sırasında Org. Özkök’le diyaloglarımızın bir bölümünü önceki satırlarda aktardım. Org. Özkök’le en “yoğunlaşmış” görüşmemiz ise görevi bıraktıktan bir yıl sonra oldu.

30 Temmuz 2007’de; KKTC Silahlı Kuvvetler Günü kokteyli verildi. Kokteyl Türkocağı Caddesi üzerindeki Merkez Orduevi’ndeydi. Ev sahibi, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt idi. Özkök de davetliler arasındaydı.

Kokteylin sonuna doğru Özkök öteki meslektaşlarımızın arasında bana döndü, şöyle dedi:

“Seninle şu köşede oturup biraz konuşalım.”

Salonun bir köşesindeki koltuğa oturup 45 dakika kadar sohbet ettik. Görev süresi için ilginç ve değişik bir özet yaptı. Tabii ilk sözü şuydu:

“Konuşacaklarımız off the record.”

“Tabii ki
” dedim.

 

Acaba anılarını yazıyor mudur?

2007, daha önce aktardığım gibi bu tür notları tutmadığım bir dönemdi. O nedenle bilgisayarımda da yer almıyor. Bu durumda off the record sözünü tutmam gerekiyor. Özkök’le sohbetin ardından ilk aklıma gelen yine gazetecilikle ilgili bir durumdu:
“Acaba anılarını yazıyor mudur?”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Asgari ortalama ücret! 12 Aralık 2024
Atatürk bakışı gerek 11 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları