İnsanlık tarihi açısından kısa, bireylerin yaşamı açısından ise uzun bir zaman önce, bu topraklarda yaşanan 12 Eylül 1980 darbesi, yalnızca bir dönemin değil, bugünkü Türkiye’nin siyasal, toplumsal ve ekonomik yapısının da temelini oluşturdu. O sabah tanklar, yalnızca bir kuşağın umutlarını değil, bir ülkenin geleceğini de ezip geçti. Peki, darbecilerin “huzur” ve “istikrar” diye sunduğu bu kanlı operasyonun gölgesinde yaratılan Türkiye, bugün hangi mirasla yüzleşiyor?
TOPLUMSAL ÇÖZÜLÜŞ VE İDEOLOJİK DÖNÜŞÜM
12 Eylül, resmi gerekçelerde “anarşi ve terörü önlemek” ve “milli birliği korumak” gibi yüce hedeflerle meşrulaştırılsa da bu söylemin arkasında toplumu yeniden dizayn etme amacı yatıyordu. O dönemin medya manşetleri bile bu algıyı destekliyordu: “Huzur, 1 yaşında.” Ancak bu “huzur” ortamı, yüz binlerce gözaltı, on binlerce yargılama ve işkenceyle yoğrulmuştu. Bu süreçte 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi ve 49 kişi idam edildi.
Bu baskı, toplumu depolitize etmeyi ve siyasetten korkar hale getirmeyi hedefliyordu. 12 Eylül, işte bu korku iklimini yaratarak örgütlenme kültürünü yok etti ve devlete koşulsuz biat eden bir profil inşa etti. Siyasetin terk ettiği boşluk ise darbecilerin “Türk-İslam sentezi” adı altında teşvik ettiği yeni bir ideolojik alanla dolduruldu. Bu süreç, dini eğitimin yaygınlaşmasıyla, özellikle imam hatip okullarının sayısının hızla artırılmasıyla perçinlendi ve bu okullar siyasal İslam için bir “kadro havuzu” işlevi gördü.
24 OCAK KARARLARI
12 Eylül aynı zamanda ekonomik bir kırılma noktasıydı. Bilsay Kuruç, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nda, 15 Mayıs 1979’da TÜSİAD’ın başlattığı “ilan kampanyası”nı bir muhtıra olarak değerlendirerek şöyle demiştir: “Ecevit, ya bu muhtıraya direnecekti ya da teslim olup bırakıp gidecekti. Ama Ecevit, direnmeyi tercih etti. Başbakan Ecevit’in eşi Rahşan Hanım beni telefonla aramış ve bu ilanı Turgut Özal’ın hazırladığını söylemişti.”
Darbelerin en kritik amaçlarında biri, 1970’lerin sonundan itibaren toplumun direnişi nedeniyle uygulanamayan neoliberal ekonomi politikalarını yaşama geçirmekti. 24 Ocak Kararları adı verilen bu program, Türkiye ekonomisini uluslararası sermayenin talepleri doğrultusunda yeniden yapılandırmayı amaçlıyordu. Darbenin yarattığı baskı ortamı, Turgut Özal’ın ANAP aracılığıyla iktidara gelmesini ve darbe sonrası ekonomik politikaları uygulamasını olanaklı kıldı.
Grevlere yasak konuldu, sendikalar kapatıldı ve binlerce sendikacı tutuklandı. Böylece emek-sermaye dengesi, sermaye lehine kökten değiştirilmiş oldu. Özelleştirmeler, dışa açılma ve taşeronlaştırma, Türkiye’nin küresel kapitalizme uyum sağlamasının yolunu açtı. Bugün karşı karşıya kaldığımız güvencesizlik, artan yoksulluk ve sendikasızlaşma, işte o dönemde atılan ekonomik politikaların acı mirasıdır. Özal’ın darbe sonrası iktidarı ve 1980’lerin ekonomik ve siyasal yapısı, 2002’den itibaren siyasal İslamcı AKP iktidarının temellerinin atılmasına da dolaylı olarak zemin hazırladı.
MASKELİ ATATÜRKÇÜLÜK
12 Eylül, kendisini “Atatürkçülük” söylemiyle meşrulaştırmaya çalıştı. 1981 yılı “Atatürk Yılı” ilan edildi. Ancak bu söylem, darbecilerin kendi otoriter rejimlerini maskelemek için kullandığı bir araçtan ibaretti. Darbeciler, bir yandan Atatürk’ün adını yüceltirken diğer yandan onun bizzat kurduğu kurumlar olan Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nu kapatarak kendi ideolojik rotalarına uygun bir kültürel tekelleşme peşinde koştular. Cumhuriyet’in büyük yazarlarından Nadir Nadi’nin “Siz Atatürkçü iseniz, ben değilim” diyerek tepki göstermesi, darbenin yarattığı bu sahtekârlığın en net göstergesiydi.
BUGÜNE UZANAN GÖLGELER
Darbenin siyasi yapıda bıraktığı en büyük miraslardan biri de 1982 Anayasası’dır. Bu anayasa ile 1961 Anayasası’nın özgürlükçü yapısı ortadan kaldırılmıştır.
Aradan kırk beş yıl geçti ama 12 Eylül’ün gölgesi hâlâ üzerimizde. Siyasi partiler yasasındaki antidemokratik hükümler, siyasal sistemdeki tıkanıklıklar, tarikatların siyasetteki ağırlığı ve emek piyasasındaki güvencesizlik. Hepsi, o dönemde atılan adımların günümüze uzanan yansımalarıdır.
DİRENİŞİN MİRASI
Ancak unutulmaması gereken bir gerçek var: Halk hiçbir zaman tamamen boyun eğmedi. Yasaklara karşın düşünce, sanat ve edebiyat üretimi devam etti. Darbeden yaklaşık 10 yıl sonra, 1990 yılında başlayan Büyük Zonguldak Madenci Yürüyüşü, 12 Eylül’ün getirdiği neoliberal ve işçi düşmanı politikalara karşı Türkiye işçi sınıfının en militan mücadelesi oldu. Bunu takiben Tekel direnişi ve Gezi eylemleri gibi büyük halk hareketleri, toplumsal dinamiğin hâlâ ayakta olduğunu gösterdi.
12 Eylül’ün yarattığı zincirleri kırmak, bugün hepimizin görevidir. Laikliğe, demokrasiye, eşitliğe ve aydınlanmaya yaslanmak; halkın egemenliğini savunmak, bu karanlığın zincirlerini çözmenin tek yoludur. Cumhuriyet değerlerini savunmak, geçmişin hatalarından ders çıkarmak ve geleceğe sağlam bir miras bırakmak, bugün bizlerin elindedir.
MAHMUT ASLAN
YAZAR