6–7 Eylül 1955 olayları, Türkiye tarihinin en acı kırılmalarından biri olarak anımsanıyor. 6 Eylül 1955’te Ata’mızın Selanik’teki evine saldırı olduğuna ilişkin haber yayılıyor, bu haber büyük bir kaosa neden oluyor, sonrasında haberin asılsız olduğu ortaya çıkıyor. Fakat kısa süre içinde olanlar oluyor. Organize edilmiş bir grubun yönlendirdiği saldırılar iki gün boyunca İstanbul’u sarıyor.
Bu iki gün, çok kültürlü dokunun zedelenmesine de neden oldu. Yüzyıllar boyunca İstanbul’u İstanbul yapan; sokaklarına sesi, rengine dokusu karışan Rum, Ermeni, Yahudi topluluklarıydı da aynı zamanda. Bu yurttaşların evleri, dükkânları, kiliseleri, havraları, okulları kentin kültür atlasında izler bırakmıştı. 6–7 Eylül’de hedef alınan yalnızca nesneler değil, daha da önemlisiydi, bir kentin ruhunu besleyen çok kültürlü varlığın da tahrip edilmesiydi. Evler, işyerleri, ibadet yerleri, okullar zarar gördü. Fakat asıl yitirilen, göç etmek zorunda bırakılan binlerce insanın ardından boşalan kültürel alanlardı. Bu şiddetin yankıları sanatın farklı disiplinlerinde izlenebilir: Aziz Nesin’den Ferhan Şensoy’a, Mario Levi’ye pek çok sanatçı, yapıtlarında 6–7 Eylül olaylarına değindi. Fotoğraf kareleri ve belgeler ise bir dönemin hüznünü belleklerde tutan sessiz tanıklar olarak kaldı. Bu konu üzerine birçok üretim de yapıldı. Çünkü sanat, yalnızca estetik bir üretim değil, aynı zamanda bir bellek mekânıdır.
ORTAK KÜLTÜREL SORUMLULUK
Olayların ardından o dönemde İstanbul’un kozmopolit yapısı haliyle zedelendi. Kentin tiyatrolarında, konser salonlarında, mutfağında ve günlük yaşamında önemli izi olan topluluklardan bir kısmı, güven duygusunu yitirerek göç yollarına düştü.
Tarih bize, kültürel mirasın yalnızca taşınabilir eserlerden değil; insan topluluklarının varlığından oluştuğunu gösteriyor. 6–7 Eylül, bu gerçeğin bir anımsatıcısı. Sanatçıların, küratörlerin ya da yazarların, her zaman kapsayıcı bir kültür politikasının bir parçası olduklarını anımsamaları ve üretmeleri çok değerli. Bununla birlikte, önemli bir noktayı da unutmamak gerek: Bu olaylar, tüm topluma asla mal edilemez. Şiddeti organize eden küçük bir grubun eylemleri, ülkenin tamamının iradesi değildir.
Bugün hâlâ şanslıyız ki İstanbul çoksesli, çok renkli ve çok kültürlü yapısını büyük ölçüde koruyor. Bu nedenle 6–7 Eylül’ü hatırlamak, suçlamak değil, küçük bir grubun şiddetiyle yok edilmeye çalışılan kültürel zenginliğin kıymetini anlamak demek. O zenginlik bugün hâlâ nefes alıyor ve İstanbul’u dünyada eşsiz kılan şey de tam olarak bu çok seslilik olabiliyor, farklı toplulukların sanat, edebiyat ve mutfak kültürü kente değer katmaya devam ediyor. Bellek, sanatta ve kültürel üretimde korundukça canlı kalır. Bu nedenle ortak kültürel sorumluluklarımız da çok önemli ve değerli.