Günümüz insanları pek bilmezler; ülkemizde 1980’lerde düzen karşıtı gösteriler düzenleniyor; gençler, yetişkinler özgürlük ve demokratik bir yaşam için demokratik biçimde örgütleniyor, gösteriler düzenliyordu. Hep olduğu gibi sağ siyasi-devlet yönetimi katı, ödünsüz uygulamalarını sürdürürken okuyor, öğreniyor, toplanıyor, birbirimizle dayanışma içinde oluyorduk. Bazen birden fazla demokratik kitle örgütünde yer alıyor, direniş örgütlüyorduk. Bugünlerde Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı’nda dolayısıyla Devlet Tiyatrosu’nda yaşanan o yıllardan bir anı geldi aklıma.
1979’da Bülent Ecevit’in başbakanlıktan ayrılıp Süleyman Demirel’in hükümet kurduğu günlerde ivedilikle Devlet Tiyatrosu’ndan Ergin Orbey, Devlet Opera Bale’den Gürer Aykal görevden alındılar. Devlet Tiyatrosu’nun adayı belliydi; Bülent Ecevit’in görevden aldığı Cüneyt Gökçer. Daha önce 23 yıl genel müdürlük yaptığı makama hızla atandı. Direniş başladı. Önce o yıllarda yönetmen, oyuncu, tasarımcı olarak sözleşmeli çalışanlar maaşlarını almak üzere Küçük Tiyatro’daki muhasebe müdürlüğünün merdivenlerinde hızlıca imza kampanyası başlattılar. İstekleri Ergin Orbey’in göreve devam etmesiydi. İmza listesiyle cumhurbaşkanı, başbakan ve kültür bakanına başvurdular. Listede sağcısından solcusuna tüm sözleşmelilerin imzaları vardı.
ÖRGÜTLER ‘ÇEKİL’ DİYOR
Aynı günlerde tiyatroda örgütlü dernek yöneticileri Cüneyt Bey’e yazılı ve sözlü olarak isteklerini ilettiler. Bu eylem bence ülkemin demokrasi tarihinde örneği pek görülmemiş bir şeydi. Cüneyt Gökçer ağırlığındaki bir sanatçı kişiliğin, 20 küsur yıllık bir bürokrat kimliğin odasına girenler, hemen hepsi konservatuvarda onun öğrencisi olmuş insanlardı. Gayet uygar bir dille kendisine “Genel müdürlüğü, sevdiği bir öğrencisi de olan Ergin Orbey’e bırakması, kendisinin baş rejisör olarak tiyatroya katkıda bulunması” şeklinde bir öneride bulundular! Hayli ilginç değil mi? Doğal olarak tüm bunların bedelleri ödendi hem de ağır biçimde.
GÜNÜMÜZDE DURUM NEDİR?
Biliyorsunuz 2025 Eylül ayında Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü öğretmenlerinin tümü sorgusuz sualsiz görev dışı bırakıldı. Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü’nün, “kendisine yöneltilen eleştirilere kırıldığını” söyleyen ünlü Devlet Tiyatrosu genel müdürünü teselli etmek üzere konservatuvarın tüm öğretmenlerinin işlerinin sonlandırmasının ardından neler oldu? Bu bir duyumdu. Herhangi bir açıklama yapılmamıştı öğretmenlere. Durum kamuoyuna yansıyınca rektörlük işlemin yasalara uygun olduğunu açıkladı. Öğretmenler Devlet Tiyatrosu oyuncularıydı. Ders vermeleri için gerekli izin verilmemişti.
Bu ilk kez görülen bir şeydi. Topluca ve hiçbir soruşturma, anlaşmazlık, başarısızlık olmaksızın görevlerine son verilmişti. Kadrosunda yer aldıkları kurumun izin vermediği söyleniyordu ama yalnızca söyleniyordu, bilinen bildirilen resmi bir bilgi yoktu. Rektörlüğün geçen yılın kadrolarına izin verilmesi isteyen yazı vardı gerisi bilinmiyordu. Daha önce Kanun Hükmünde Kararnameler çerçevesinde görevlerine son verilen DTCF Tiyatro Bölümü öğretmenleri nedeniyle tiyatro çevrelerinde, etkinliklerde gerekli tepki oluşmuş, gerekçe olarak gösterilen suçlamalar da eleştirilmişti, doğal ve anlaşılır olarak. Öğretmensiz başlayan 2025 öğrenim döneminde bu durum nasıl karşılandı? Basın organları, köşe yazarları ve kimi kişiler durumu yadırgadıklarını belirtip öğretmensiz başlayan konservatuvar eğitimini eleştirdiler. Tiyatro sanatının örgütlü sivil toplum kuruluşlarından sesler yükseldi desem inanır mısınız? Ankara’nın 70 yıllık onurlu sanat kurumu bir duyuruyla Hacettepe yönetimine sordu: Neden?
ÖRGÜTSÜZ TOPLUM, SANATSIZ MİLLET
Yanıt gelse iyi olacaktı, biz öğretmenler de öğrenecektik öğrencilerimizden neden ayrıldığımızı. Meslek örgütlerimiz sormak, eleştirmek gibi bir şey yapmadı. Temsil ettikleri toplumun kimi üyeleri köşe yazıları, sosyal medya paylaşımlarıyla bireysel tepkilerini gösterdiler. Toplu tepki bir ödül töreninde plansız, örgütsüz olarak kendiliğinden gerçekleşti.
Demokrasi kültürümüzü düşünelim. Bu kültürün bilgilendiricisi, örgütleyicisi, planlayıcısı olması gereken örgütlülük durumunun anlamını tartışmak gerekmez mi? İçinde yaşamaktan adeta utandığımız bu düzene kaşı çıkmanın yolu, siyasiler “Gel” deyince gideceğimiz meydanlarda rahatlayıp, evimize dönüp iktidar değişimini beklemek mi!
12 Eylül darbesi öncesinin işçi sendikalarının (DİSK gibi) meslek örgütlerinin (TMMOB gibi), (TTB gibi), barolar gibi sivil toplum kuruluşlarının güçlü sesinin kitlelere önderlik etmesi daha doğru olmaz mı?
2025’TE DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ
Devlet Tiyatrosu ve dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı’ndaki olayla demokrasi kültürü kavramının yanlış anlaşıldığı da anlaşıldı. Demokrat olduğunu sanan kimi kişiler tarafından ilginç açıklamalar yapıldı. Bir akademisyen, akademik kariyeri olmayan öğretmenlerin gerekçesiz olarak topluca okuldan uzaklaştırılmasının doğal ve hatta yasal olduğunu duyurdu kamuoyuna. Kendisi siyasal düşünceleri nedeniyle yıllarca ülkesine girememiş bir yönetmen tepki gösterenlerin lobi oluşturduğunu, övülmesi istenen genel müdürün eleştirilmesini “linç kültürü, yargısız infazcılık, yakışıksızlık, medyatörlük” olarak tanımlamakta sakınca görmedi. Meslektaşım ve arkadaşım olan bu kişilerin yaklaşımlarına şaşırdığımı ve kınadığımı belirtmeliyim.
Birçok kadrolu oyuncusuna rol yerine ceza dağıtan kurumun müdürünün yapıp ettiklerini görmezden mi gelmeliyiz? Yakınları için yüksek maliyetli yapımlar oluşturduğu, bu oyunlara yurtiçi yurtdışı sahnelenme olanağı tanıdığı için eleştirilmiyor muydu öğretmenim Cüneyt Gökçer...
Gülşen Karakadıoğlu
Dramaturg / Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Müsteşarı